Konuk Yazar
6 Nisan 2018
Murat Bjeduğ
Urfa ve türkü denince elbette birçok isim ilkin akla geliverir. Ama satıhla değil derinlikler asıl iştigal alanım. Urfa derin kültürünün çok özel simasıdır Hamza Şenses. İnsan araştırıp biraz tanıyınca, tıpkı Bekçi Bakır ve Mukim Tahir gibi, eserlerinin uzun yıllardan beri , türkü ile ilgilenmeyenlerin bile aşina olduğu, tanıdık geliyor, dediği ve zamana karşı mukavim olan sanat gücüyle bir kültürel fenomen olduğunu hayret ederek anlıyor.
Dünyanın başka kültürlerindeki muadillerine bakınca, kıymetinin bilinmediği kanıksanmış bir anane olarak saptanabiliyor. Tek bölümlük bir yazıyla bu altın üçlüyü tanıtmak üzere klavyenin başına geçmiştim ama ancak beşinci bölümle durdurabiliyorum yazma edimini. Çünkü bu üçlü salt türkücü kimlikleriyle değerlendirilmenin sınırlarını hemen aşıveriyorlar. Kültürel birer olgu vurguladığım üzere fenomendirler. Hayat hikayeleri, edebiyattaki en yetkin büyülü gerçekçilik romanlarının sınırlarını zorlar mahiyette ve elem veren hazin vefatlarıyla sanki bir misyon için gönderilmiş ulaklar hissini yaşatmaktadırlar. Jim Morrison gibi, Robert Johnson gibi, Brian Jones gibi,Rory Gallagher gibi…
Ülkemizde kültür konusunda bir genel kötümserlik ve takatsizlik var, tüketiciler cenahında. Yani ölmüş gitmişler işte ne yapılabilir ki ? Bu sorunun yerindesizliğini uzun boylu tartışmayacağım yeri burası değil. Şimdi bile bu büyük uastalar için yapılacak çok şey var. Unutulmamalı; Joan Sebastian Bach, şimdi bütün dünyanın adını bildiği bu büyük besteci 1685-1750 yıllarında yaşamış, ölümünden sonra da unutulup gitmiştir. Taaki Felix Mendelsshon (1809-1847) tarafından keşfedilip bilince çıkartılıncaya kadar. Bugün dünyanın en bilinen bestecilerinden biri olan Bach eğer bu konuma geldi ise Mendelsshon’ un Bach’ tan tam yüz yıl sonra eserlerini bulup çıkartıp müzik dünyasını sarsa sarsa gündeme getiren azimkar çabaları sayesindedir.
Hamza –Tahir – Bakır böylesi bir çabaya ziyadesiyle layıktır.
Hayat hikâyesi
Hamza Şenses, 1904 yıllında doğmuştur.
Ses sanatkârlığının yanısıra bestekâr olan Hamza Şenses, herhangi bir okula gitmemiş, ama meraklı olduğu için okuma yazmayı kendi kendine öğrenmiştir. Genç yaşından itibaren şiirler yazmış ve besteler yapmıştır.
Hamza Şenses’in esas mesleği keçecilik’tir. Keçecilik yaparken sesi güzel olduğu için kendi kendine türkü hoyrat söylermiş. Hoyrat okuduğu bir sırada, ustası ve arkadaşları “Hamza, sesin güzel, niye plağa okumuyorsun?” demişler. O zamanın Urfa’sında keyf için müzik yapılıyor, para karşılığı çalmak-söylemek, ayıp sayıldığından, Hamza düşünüp taşınıyor, gidip dayılarına durumu anlatıyor. Onlardan müsaade alıyor. Dayıları da “yetimsin, ihtiyacın vardır, sesin de güzel, sen bilirsin” deyince, çeşitli yerlerde okumaya başlıyor. Halk tarafından sevilip takdir edilmeye başlanınca plak yapmaya gidiyor. Plağı çıkınca artık ünü Urfa sınırlarını aşıyor ve Urfa dışından da gazinolarda çalışmak üzere teklifler almaya başlıyor. Böylece vefat ettiği tarihe kadar gerek Urfa’da, gerekse birçok vilayette çeşitli müzik meclislerine, konserlere katılıyor ve gazinolarda ses sanatkârı olarak çalışıyor.
Bağlama, tambur ve cümbüş çalmasını bilen Hamza Şenses, Urfa’nın ünlü ses sanatkârı Mukım Tahir’le aynı dönemlerde yaşamıştır. Şanlıurfa’da Çardaklı Kahve ve Aynzeliha Gazinosu’nda programlar yapmıştır. Bir müddet de Diyarbakır, Gaziantep, Adana ve İstanbul sahnelerinde çalışmıştır.
Hamza Şenses, Urfa sıra geceleri, dağ yatıları, asbap gecelerindeki müzik meclislerine katılmış, devrin müzik ustalarıyla meşk etmiştir. 11 Nisan Urfa’nın düşman işgalinden kurtuluşu nedeniyle düzenlenen gecelere katılıp radyo programları yapmıştır. Urfa Halkevi müzik grubu ile yıllarca sahneye çıkmış, sayısız konserler vermiştir.
Hamza Şenses’in altı plak kaydı bulunmaktadır. Adam ağladan oldum, Aşkın ne derin yâreler açtı ciğerimde, Diyarbakır bu mudur, Kışlalar doldu bugün , Nere gidim kardaş nerem var, Ne hoş olur mahpushane havası,Urfa dağlarında gezdiğim çağlar gibi türkü ve uzun havalar kaynak kişi olarak Hamza Şenses’ten derlenerek TRT repertuarına alınmıştır.
Hamza Şenses’in sesi çok güzel olup güçlü ve yanıktır. Bilhassa hoyrat ve gazelleri çok güzel okumuş ve dinleyenleri etkilemiştir. Sesi o kadar çok yüksekmiş ki, gece Urfa Kalesi’nde okuduğunda, 6-7 kilometre mesafedeki Karaköprü’de sesi duyulurmuş. Plaklara okuduğu uzun havaları, kendine has tavırla okumuştur. Günümüzde birçok sanatçı bu uzun havaları, Hamza Şenses’in okuduğu şekilde okumaktadır.
Hamza Şenses; titiz bir insandır, temiz giyinmeyi sever, devamlı başında fötr şapka, takım elbise giyer, kravat takar. Urfa’nın 1930-40’lı yıllarına göre çok modern giyinen biridir.
Çok kibar ve duygusal biri olan Hamza Şenses, çocuklarına çok düşkündür. Onlarla sohbet etmeyi, şakalaşmayı, onlara hediye almayı sever. Annesi ile kıra giden kızı Türkan’ın, kayadan düşerek beyin kanaması geçirmesi, yıllarca hasta yatması ve neticede ölümü, Hamza Şenses’e bu nedenle çok tesir etmiştir. Çok sevdiği kızının ölümü üzerine ”Aşkın ne derin yareler açtı ciğerimde/Bir makbere döndü koca dünya nezerimde” sözleriyle başlayan uzun havayı bestelemiştir.
Az sayıda plak yapmış olmasına rağmen sesi ile yurt çapında tanınmış, devrinin en ünlü okuyucularından biridir.
Türkü ve uzun havalarının hikâyesi
Hamza Şenses hayatı boyunca ayrılık, yokluk, evlat acısı gibi birçok sıkıntılar çekmiştir. Bu nedenle eserlerinin hemen hepsinin birer hüzünlü hikâyesi vardır. “Kışlalar doldu bugün” ve “Diyarbakır bu mudur” eserlerini ayrılık üzerine, “Urfa dağlarında gezdiğim çağlar” uzun havasını ise vurulup öldürülen dayısı Ali’nin üstüne, “Aşkın ne derin yâreler açtı” uzun havasını çocuk yaşta ölen çok sevdiği kızı Türkân için, “Adanalı esmer olur yan bakar” türküsünü de Adanalı bir arkadaşının üstüne bestelemiştir.
“Kışlalar doldu bugün” uzun havasının hikâyesi
Hamza Şenses’in kardeşi İbrahim, Diyarbakır’da askerdir. Eskiden askerlik süresi şimdiki gibi olmayıp 3-4 yıl sürer, savaş dönemlerinde daha fazla sürdüğü de olurdu. İşte, Hamza, uzun zamandan beri askerliğini yapmakta olan kardeşi İbrahim’i özlemiştir. Onu görmek için Diyarbakır’a gider ve kardeşinin askerlik yaptığı tabur’un nizamiyesine varır.. Nizamiyede olan yetkililer “Kardeşiniz görevde, görüşmeye çağıramayız” derler. Uzak yoldan geldiğini, birkaç dakika bile olsa kardeşini görmek istediğini söylese de orada bulunanlar ”yasaktır” deyip kabul etmezler. Bunun üzerine tabur komutanıyla görüşmek istediğini söyler, zor bela tabur komutanıyla görüştürülür. Tabur komutanı babacan tavırlı birisidir. Onu iyi karşılar. Bunun üzerine Hamza Şenses, kendini tanıtır. Uzun yoldan geldiğini, kardeşini görmek istediğini söyler. Tabur komutanı da müziğe meraklıdır ve Hamza Şenses’in ismini önceden duymuştur. Bu nedenle kendisine çay, kahve ikram edip ağırlar. Kardeşi İbrahim’i odasına çağırtıp görüştürür.
Görüşme biterken Tabur komutanı Hamza Şenses’e, “Buraya kadar gelmişken bir gece yapalım” der. O da kabul edince, taburdakilere güzel bir gece yapılır. Hamza Şenses, kardeşi İbrahim’den ayrılmanın üzüntüsü ile o gecede;
Kışlalar doldu bugün
Doldu boşaldı bugün
Gel kardaş görüşelim
Ayrılık oldu bugün
Naçar eliden vah vah yâr yâr
Geceler yârim oldu
Ağlamak kârım oldu
Her dertten yıkılmazdım
Sebebim zalim oldu
Garib eliden vah vah yâr yâr
bestesini yapar ve orada bulunanlara okur. Çok sevilen bu eserini daha sonra plağa okuyarak ölümsüzleştirir.
Kaynak: T24