Cihat Kürkçüoğlu
19 Ocak 2013
Bilimde ve teknolojide ilerlemiş tüm ülkelerin eğitime önem verdikleri, IQ testi sonucunda belirledikleri üstün zekâlı çocuklarını özel eğitimlerden geçirdikleri ve bu çocukları ilkokul çağından başlayarak üniversiteye kadar eğittikleri bilinmektedir.
Q testinde 85 ile 115 puan alanlar normal zekâlı, 145 ve üstü puan alanlar da üstün zekâlı olarak görülmektedir. Bu testin dünyada ilk kez 1904 yılında Fransa’da üstün zekâlı çocukların belirlenmesi amacıyla yapıldığı biliniyor.
Oysa, üstün zekâlı ve yetenekli çocukların belirlenerek bunların özel eğitime tabi tutulması ve daha sonra bu çocukların devlet hizmetinde kullanılma örneğini dünya eğitim tarihinde ilk kez Osmanlı imparatorluğu vermiştir. Osmanlılar imparatorluk sınırları içerisinde tarama yaparak üstün zekâlı ve yetenekli buldukları çocukları bir saray okulu olan Enderun’da eğitmişler ve yetiştirdikleri bu insanları devlet hizmetinde, bilim ve sanatta kullanmışlardır. Osmanlı tarihine bakıldığında sadrazamlar dahil, bir çok üst düzey devlet yöneticisinin, mimar ve müzisyen gibi sanatçıların bu yöntemle devlete, dolaysıyla insanlığa kazandırıldığı görülür. Günümüz Türkiye’sinde üstün zekâlı çocuklar için yeterli düzeyde eğitim ve öğretim yapılmadığını, bunun bir eğitim politikasına dönüştürülmediğini söyleyebiliriz.
Bildiğim kadarıyla halen ülkemizde üstün zekâlı çocukların gidebileceği devlete ait bir okul var. O da Beyazıt ılköğretim Okulu. Bu okulda ise üstün zekâlılar için sadece bir sınıf bulunuyor. Bunun dışında Türk Eğitim Vakfı’na ait ınanç Türkeş Özel Lisesi, Türkiye’nin her yanından IQ’su yüksek çocukları bulup eğitiyor. Çoğunluğu genç olan 70 milyonluk Türkiye’ye bakıldığında bunun çok yetersiz olduğu, hem devletin, hem de özel okulların üstün zekâlı çocukların eğitimine önem vermediği rahatça anlaşılıyor.
Bugün Amerika başta olmak üzere bir çok gelişmiş ülke, üstün zekâlı çocuklarını özel olarak oluşturduğu eğitim kurumlarında eğittiği gibi, böylesi insanları diğer ülkelerden transfer ederek çeşitli bilim alanlarında çalıştırıyor. Biz buna “beyin göçü” diyoruz ve maalesef bu göçü seyretmekten öte bir şey yapamıyoruz. Topraklarımız nasıl erozyona kurban ediliyor, Türkiye çölleşiyor ise, üstün zekâlı insanlarımızın da göçüne seyirci kalıyor ve Türkiye’nin bilim fakiri bir ülke olmasını, bilimde çölleşmesini seyrediyoruz. Maalesef, her yıl onlarca bilim insanımız ve üstün zekâlı insanımız kendilerine yeterli olanaklar sağlanamadığından dolayı ülkemizi terk ediyor.
Uzmanlara göre dünyada bir milyon kişiden biri üstün zekâlı çıkıyor. 70 milyonluk Türkiye’de üstün zekâlı sayısı 75 civarında belirlenmiş. Ancak ben bu belirlemenin tüm yurt düzeyinde ciddi bir araştırma sonucunda yapıldığını da sanmıyorum. Kim bilir, tamirci çırağı olarak, dağda çoban olarak çalışan çocuklarımız arasında ne üstün zekâlılar vardır. Kim bilir normal zekâlı çocuklarla birlikte eğitim gören, oysa üstün zekâ ve yeteneklerinden dolayı özel eğitime tabi tutulması gereken daha kaç çocuğumuz vardır ?
Bir de işin sanat, edebiyat ve spor yönü var. Normal zekâlı olup da üstün sanat, edebiyat ve spor yeteneğine sahip olan çocuklarımız için de bu güne değin ciddi bir çalışmanın yapıldığı söylenemez. Yakın döneme kadar Güzel Sanat Liselerimiz ve Spor Liselerimiz yoktu. Belki de dünya çapında bir ressam, bir heykeltraş, bir şair ya da sporcu olabilecek yetenekteki çocuklarımız düz lise diye tabir ettiğimiz liselerde eğitildiklerinden (Öğütüldüklerinden demek daha uygun olur) kendilerini gösteremediler ve yok olup gittiler. Yine kim bilir sanat, edebiyat ve spor yeteneğine sahip hangi tamirci çırağımız, hangi çobanımız ilgisizlik ve yoksulluk yüzünden heder olup gidiyor.
Burada yeri gelmişken anlatmadan geçemeyeceğim. Belediyemizin Samsat Kapı Meydanı düzenlemesi için yaptırdığı, Urfa taşından ceylan heykellerinin Ceylanpınar ilçemizin bir köyünde yaşamını sürdüren bir çoban tarafından yontulduğunu öğrendiğimde adeta şok olmuştum.
Bu muhteşem heykelleri ortaya koyan çobanın önceden keşfedilip eğitim görmesi halinde daha muhteşem eserler ortaya koyabileceğini söylememe bilmem gerek var mı ?
Yine İl Kültür Müdürlüğümüzün bahçesine müdür Selami Yıldız’ın teşvikleriyle müzemizdeki bazı önemli taş rölyeflerin ve heykellerin kopyalarını son derece profesyonelce yapan lise mezunu Adil ve Ali Cihanbeyli kardeşler bu sanatlarını devlet desteğinden yoksun bir şekilde kısıtlı olanaklarıyla sürdürmeye çalışıyor. Daha kim bilir bu sanat dalı ve diğer sanat dallarında keşfedilmeyi ve desteği bekleyen nice sanatçılarımız var.
“Sanat ıltifata tabidir” diye bir söz vardır. Bir güzel şiirin şairini keselerle altınla ödüllendiren Osmanlı padişahları ve valileri düşünüldüğünde, Osmanlının kültür ve sanatta ileri bir düzeye gelmesinin, cihan imparatoru olmasının ardındaki gerçek daha iyi anlaşılır sanırım. Urfalı bu sanatçılarımızın emeklerinin karşılığını almaları dışında nasıl bir iltifata tabi tutulduklarını da merak ediyorum. Emeklerinin gerçek karşılığını da alıp almadıklarını bilmiyorum. Şurası unutulmamalıdır ki devletler bilim insanlarıyla, sanatçılarıyla, sporcularıyla modern dünyada saygınlık kazanmaktadır.
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Orhan Pamuk’un ülkemize sağladığı prestiji anlatmaya gerek var mı? İşte bu bağlamda devletin görevi üstün zekâlı, sanat ve spor yeteneği olan insanlarımızı ortaya çıkartıp desteklemek, onları ülkeye ve insanlığa kazandırmak olmalıdır. Bu konuda valilerimize, belediye başkanlarımıza büyük görevler düşüyor.