İbrahim Halil Okuyan
22 Mayıs 2006
Ülkemizde, lâf’ın yarısı kadar icraat yapılsa bugün süper devletlerin arasında yer alır, belki de “emsalsiz bir devlet” olurduk. Ama öyle olmadığı için işte böyleyiz. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllâtif şener; nasıl milimi milimine tesbit etmişse, “Türkiye’de 17 milyon 991 bin kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor..” demiş. Çözüm’ü gibi olan olayı da bir başka Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali şahin haber vermiş; “81 şehirde aşevi kurduk. Üç kap yemek vereceğiz..” ıki Sayın Bakan’ın bu konuşmalarla vatandaşları bilgilendirmeleri tabiidir. ıleriye dönük maksadı da açıktır. Ama Hükûmetin icraatlarını beğenmediği anlaşılan köşe yazarı Yılmaz Özdil bu sözleri süper lig maçları ile birlikte bir köşeye sığdırmış, “Lig…” başlıklı yazısında ele almış ve şöyle diyor: “3,5 yıldır süper lig’e çıkmayı bekleyen gariban vatandaşlarımızın alacağı şampiyonluk kupası işte bu.. “Üç kap yemek” Bi daha seçin.. Kürdan da verecekler yanında…” Evet, Sayın Yazar yaşı itibariyle “Devletin, yurttaşlarını nasıl aç bıraktığı” yılları görmemiş yaşamamış olmalı ki, üç kap yemekle ve AKP iktidarı ile dalga geçiyor, bu nimetin ne demek olduğunu bilmiyor.. Biz,doğruluğuna inandığımız icraatların saptırılmasına karşıyız. Ayrıca, şükr’etmesini bilmediğimiz, ekmekleri hiç de uygun olmayan yerlere savurduğumuz için de maazallah yaşadığımız “açlık günleri”ne dönebileceğimizi kimsenin aklına getirmemesine üzülüyoruz. Sene 1942, 1943.. O yıllardaki açlık sıkıntılarımızı Mevlâm Milletimize bir daha göstermesin. Hele bizim yaşadığımız başlı başına bir dramdı. Zaten işsiz ve hasta olan babamızın 1943 yılı başlarındaki vefatı ile birden aç ve açıkta kalmıştık. Kimse kimsenin derdini soramıyor, evlerdeki erzak’ın ancak o eve yetebileceği düşünülüyordu. Zekât, öşür sahipleri sanki iflâh etmiş, vakıflar kurulmuştu… Devletin ambarları arpa, buğday ile dolu olmasına rağmen ikinci dünya savaşının muhtemel tehlikeleri dikkate alınarak vatandaş için sarf’edilemiyordu. Fırınlardaki ekmekler karne’ye bağlanmış, kimse serbestçe ekmek alamıyordu. Dört kişilik ailemiz karne ile haftada sadece bir ekmek alabiliyordu. Çeyrek ekmekle bir hafta yaşa.. Bu mümkün mü? O günlerde bu nimetin dışında evimize nereden geldiğini hatırlayamadığım bir torba kuru bakla geldi. Beklemekten artık kurtlanmış hale varmış bu nimeti haşlayıp tuzlayarak yiyorduk. Bize, açlıktan ölmemenin yegâne çaresi oluyordu. ıkinci Dünya savaşı (1939-1945) yıllarında Milletimizin yaşadığı bu ve benzeri sıkıntılarımızda iddia ediyorum ki, Türkiye savaşa girmediği için bugünkü terörden aldığı yaranın yarısı hatta çeyreği kadar dahi yara almamıştır. Fakat o günkü Hükûmetler gereksiz aşırı tedbirler ve kendileri için kolaycılık idaresi ile Milleti aç bırakmağı yeğlemiş, bizim nesil maalesef çok acı günler yaşamıştır. Üstelik Millete yedirilmeyen hububat da Ofislerde çürütülüp atılmıştır. Bugün de ekonomik sıkıntılarımız az değildir. Herkesin dileği vatandaşlarımızın iş ve aş bulması, kendi imkânları ile normal bir hayat sürmesidir. Bu, bugün için olmuyorsa elbette Hükûmetin “Nemelâzım..” deyip geri durması beklenemez. Çok şükür Hükûmetimiz Milletin dertleri ile azami derecede meşguldür. Bugün vatandaşın yemesi için üç kap yemek veya bir çorba vermesi de azımsanacak bir imkân değildir. Yiyip içip Allahımıza şükr’edelim. Devletin, Milletin, zevale düşmemesi için var gücümüzle çalışıp vergili ellere duacı olalım. Nankörlük etmeyelim. Milletimizin halini geçmiş yıllarla kıyaslarsak aradaki farkı bütün vicdan sahipleri görebilirler.