İbrahim Halil Okuyan
27 Nisan 2010
“Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri”
Prof.Dr. Doğan CÜCEOĞLU
“Kaliforniya’ da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi’ nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı.
Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım:
Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu.
İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu.
Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı.
Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, “Armudun iyisini ayılar yer” düşüncesi oldu.
Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm.
Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu?
Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda
Şöyle bir konuşma geçti:
“Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
“Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini “
“Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?”
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz.
Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally’nin mahremiyetine ‘burnumu sokuyordum.’
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek,
“O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim” dedi.
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu.
Güzel bir kadının erkeğine, “Sen benim kahramanımsın” duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım.
Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum
Ve o kişiyi kıskandım.
“Nasıl yani?” dedim.
“Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış.
Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor.
Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor.”
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum.
Utandım.
Kendime kızdım.
Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu
“ayı” olarak görüyordum.
İçimdeki pislikten utandım.
Bir süre sonra Sally’nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım.
Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, ‘Armudun iyisini ayılar yer‘ diye düşündüm?
Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm.
İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse,
Sally’nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally’e, ailesinin nerede oturduğunu sordum.
Los Angeles’in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış.
Onun ailesiyle tanışmak istediğimi,
Bunu mümkün olup olamayacağını sordum.
“Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir,” dedi ve iki gün sonra,
“Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,” dedi.
Dört-beş hafta sonra San Francisco’ya gidecektim,
Sally’nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi,
Onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally’e söylediğimde Sally,
“O gün ben de aileme gidecektim;
isterseniz beraber gidebiliriz,” dedi.
Ailesine haber verdi.
Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler.
Long Beach’ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally’nin ağabeyi Brian’ın evine vardık.
Sally’nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güler yüzlü bir aileydi.
Brian’ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede,
iki olay gerçekten dikkatimi çekti.
Bunlardan ilki, Sally’nin babası George’un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi.
Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi.
Devam edecek.
Saygılarımla.