Bülent Okutan
20 Mart 2008
Fahri dükkanın cam kapısını iterek ardında ki ucu çivili sopayı kavradı. Neredeyse otuz yıldır bu işi yapıyordu. Kapıyı geriye itip dışarı çıktı. Sopayı uzatarak, ön tarafta darabanın (kepenk) üstüne takılı Manto askılarını tek tek indirmeye başladı. Muhittin üstüne düşen gölge ile irkilip yerinden fırladı. Ustasının indirdiği giysileri çivinin ucundan alarak, içerideki masanın üstüne taşımaya başladı.
Kuyumcu Veysi, çırağı Remzi içeriyi süpürürken, dükkanın önüne çıkıp, eklem yerlerindeki kıkırdakları çıtlatarak şöyle bir gerindi. Vitrindeki altınların hepsini kasaya taşıyıp kilitlemişti. Hava henüz kararmıştı. Gözlerini caddede ki yoğunluktan alarak işyeri komşusuna baktı. Göbeği pantolonunun kayışını örtmüş, Fahri az önce çırağının oturduğu kürsüde, elindeki Küpe kilitlerini açma uğraşı içindeydi. Belli ki az sonra o da dükkanı kapatacaktı.
Veysi ağzında ki sigarayı manyetolu çakmağı ile yakarken, dişlerinin arasından çıkan kelimelerle seslendi komşusuna ;
-Yeter he?
-He yeter…
-Nere, eve mi, odaya mı?
-Vallah odaya..
-Nasıl yeri yağlımı bu akşam?
-Hem de nasıl. Ahmet’in sırası bu akşam. Çok ehlikeyiftir. Nerden bulmuşsa çekirdeksiz Birecik Balcanı (patlıcan) almış. Kasap Pazarı’nda ki Hame’de kıymasını eyi yerden kıymış. Biraz evvel aradı. Mübarek şiir gibi anlattı. Yanına birkaç şişte domatesli kayacak. Çiköftenin nanesi de Birecik menşeli babo. Yaprakları mübarek marul yaprağı. Sen olsay nere gidersen? Tabiki odaya gidecağam…
-La oğlum şiir yazar gibi akşam yemeği anlatisan. Utanmasam gelim, bende yıkılım diyecağam, samimiyetim yetmi oda arkadaşlarıya…
Son küpe kilidini de açan Fahri, yarım dünya göbeğini güçlükle taşıyan dizlerine yüklenerek ayağa kalktı. Her iki dükkanın da ışıkları ardı ardına sönerken, sırt çantaları ile iki turist Fahri’nin vitrini önünde durdu. Belli ki Deri montlar ilgilerini çekmişti.
Fahri kapıyı kilitlerken turistlerden saçı at kuyruğu olan, ileri çıktı ve seslendi ;
-How much Liras this Leather? (Ne kadar bu deriler?)
Kapıya üçüncü kilit turunu yaptırırken, yarım yamalak cevapladı ıthal müşterilerini Fahri ;
-I am hungry. Closed, closed. Morning come here. (Karnım aç. Kapalıyız, kapalıyız. Sabah gelin)
Çantalarını hoplatarak sırtlarına iyice yerleştiren turistler söylene söylene Haşimiye’ye doğru yürüdüler…
Bu yine tarafımdan yazılmış bir senaryoydu. Ama ne yazık ki gerçeğe yakın bir senaryo. Turizmin odak noktası bu kent, yılın her dönemi bildiğiniz gibi akşamın ilk saatleri ile birlikte karanlığa sessizliğe bürünür ve hayat durur. Gerekçelerden biri de, hatta en geçerlisi yukarda ki ağız şapırdatanıdır. Akşam bu ruh hali ile kenti karanlığa gömenler sabahın ilk ışıklarında timsah göz yaşları dökerler. Aralarında geçen konuşma şudur ;
-Ne turizmi kardaşım. Kim faydasını görmüş. Gelen geldığı gibi gidi. Kimsenin kallesine (kasasına) giren bişey yoh. Siftahsız kapatıyıh, siftahsız…
Turizm mevsimi yaklaşırken ben buradan şanlıurfa Belediyesi’ni, Esnaf Sanatkarlar Odası’nı ve dahi Ticaret Sanayi Odası’nı göreve davet ediyorum. şu esnafı bilinçlendirin, sezon boyunca ticareti, çarşıyı pazarı canlı tutun lütfen. Bunu nasıl yaparsınız bilmem ama yapın, ve esnafımıza nasıl doyulacağını bir şekilde anlatın beyler. Yoksa FBı bu kentin turizmini hep böyle baltalayacak.
Hangi FBı’mı? Amerika’ da ki değil canım. Bizde ki. Yani (*)(F)renk, (B)alcan, (ı)sot’dan bahsediyorum…
Bu üçlü aşkına açlıktan ölüyoruz yıllardır, doyduğumuzu sanarak!….