
İbrahim Halil Okuyan
9 Ağustos 2010
Türkiye’deki aydınların büyük bir çoğunluğunun yukarıda sayılan kişilik özelliklerine sahip olduklarına yürekten inanıyorum.
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne her gün saldıranları, PKK ve Ermeni Diasporası’nın ağzıyla konuşanları gördükçe, sayıları
çok az fakat sesleri en fazla çıkan ve yabancıların menfaatlerine hizmet eden satılmışların ve işbirlikçilerin de bulunduğunu düşünüyorum.
Görsel ve yazılı medya mensupları; yasama, yürütme ve yargıdan sonra medyanın dördüncü kuvvet olduğunu, halkı bilgilendirmek suretiyle kamu görevi yaptıklarını, yolsuzlukları ortaya çıkardıklarını ve yaptıkları
eleştirilerle doğruların bulunmasına katkıda bulunduklarını iddia ederler.
Basın özgürlüğünü demokrasinin olmazsa olmaz şartı olarak görürler ve sansürü şiddetle reddederler.
Otokontrol yöntemiyle, medyanın kendi kendini kontrol edebileceğini ve basın ahlak kurallarını kendilerinin belirleyip
uygulayabileceklerini savunurlar.
Bunların hepsine katılırım ve imzamı atarım.
Üniversitelerimiz de, tıpkı medyamız gibi; özgürlük ve bağımsızlığın olmadığı bir ortamda bilim üretilemeyeceğini iddia ederler.
Üniversitelere herhangi bir siyasi müdahalenin olmaması gerektiğini savunurlar.
Bilimsel ahlakın önemini her fırsatta vurgularlar ve bu ahlakın hiçbir şeyin emrine girmemesini veya satılık meta haline getirilmemesini arzu ederler.
Bu görüşlere de aynen katılır ve imzamı atarım.
Ancak, her hak; görev ve sorumluluğu da beraberinde getirir.
Bu ülkenin yasalarına saygılı ve vergisini ödeyen bir vatandaşı olarak; doğru, tarafsız ve içine kişisel yorum katılmamış haber almak, benim de en doğal hakkımdır.
Yabancı ülkelerin milli menfaatleri uğruna psikolojik harbin kobayı haline getirilmek ve aptal yerine konmak da istemem. Dünyada, hiç görev ve sorumluluğu olmayan sınırsız bir özgürlük olamaz.
Hiç kimsenin, başkasının canını ve malını alma özgürlüğü olamayacağı gibi, yine hiç kimsenin özgürlük adına içinde yaşadıgı devletin temellerini dinamitlemeye, gelecek
nesillerimizin can ve mal güvenliğini tehlikeye sokmaya hakkı olamaz.
Kamu görevi yaptığını ve dürüst olduğunu iddia eden ve haklarına saygı gösterilmesini isteyen medyamızdan ve bilim adamlarımızdan, vatandaş olarak benim de haklarıma saygı göstermelerini bekliyorum.
Psikolojik harbin kobayı ve kurbanı olmamak için, medya köşelerinde yorum yapan medya mensubu, yazar, bilim adamı ve emekli bürokrat gibi ünlü kişileri dinlerken en azından gerçek kimliklerini bilmeliyiz.
Bir vatandaş olarak merak ediyorum;
kamu görevi yaptığını ve dürüst olduklarını iddia eden medya patronları ile genel yayın yönetmenlerine açıkça soruyorum:
Sahip olduğunuz medya kuruluşunun, yabancıların parasıyla ajitasyon (kışkırtma) eğitimi almış kişiler tarafından bir araç olarak kullanılmasına engel olmak kamu görevine dahil midir?
Size göre “düşünce özgürlüğünün tanımı” nedir?
Televizyonlarda bazı kişilerin sıkça tekrarladığı gibi
” Türkiye eyaletlere bölünmeli, federal sistem olmalı ve isteyen bağımsızlığını da ilan edebilmeli ve Türkiye Cumhuriyeti yıkılsın da diyebilmeli ve bu tezini savunabilmeli” sözlerini düşünce özgürlüğü kapsamında kabul ediyor musunuz?
Basın ve bilim özgürlüğüne saygılı ve savunan, ama satın alınmışlar tarafından uygulanan psikolojik harbin ve dezenformasyon faaliyetlerinin kobayı ve kurbanı olmayı reddeden sade bir vatandaş olarak; kendime göre
objektif değerlendirmeler yapabilmem için, yukarıdaki soruların cevaplarını bilmek ihtiyacı duyuyorum.
Açıkçası; kendisini cin ve âlemi aptal sananların
çarpıtılmış bilgileriyle bizi yönlendirmelerini istemiyorum.
Öyle umuyorum ve diliyorum ki; basın ve bilim özgürlüğü ile dürüst haberciliği savunanlar, vatandaş olarak benim de doğru bilgilendirme hakkıma saygı gösterirler ve sorularımı cevaplandırma lütfünde bulunurlar.
Sonuç olarak:
1. Rahmetli İsmet İnönü’nün:
“Bir ülkede namuslular, namussuzlar kadar cesur olamadığı müddetçe, o ülkenin istikbalinden endişe edilir” sözünden hareket ederek, bu ülkede ezici bir çoğunlukta olduklarına inandığım namuslu aydınlarımızın, politikacılarımızın ve bilim adamlarımızın, en azından,”parayla, seksle, tehditle veya şantajla satın alınmışlar” kadar cesur olması gerektiğini düşünüyorum.
2. Özellikle milletvekillerimiz, bakanlarımız, başbakanlarımız,
aydınlarımız, medyamız ve kamuoyu önderlerimiz gibi bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olan kişilerin; önceki sayfalarda sunduğum yaşanmış örnekleri göz önünde tutarak, uluslararası arenada oynanan diplomasi oyunlarının üzerine
geçirilmiş politik kılıfları görebilmelerini, olayları milli menfaat ve milli strateji gözlüğüyle değerlendirmelerini diliyorum.”
Yazı bu şekilde bitiyor.
Yazılanlarla yaşadıklarımızı birleştirip olayları daha iyi anlama becerisini gösterebilmeliyiz.
“Milli Egemenlik öyle bir nurdur ki,
Onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur.
Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler,
Her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.”
“Milli benliğini bilmeyen milletler,
Başka milletlere yem olurlar”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Saygılarımla.