İbrahim Halil Okuyan
2 Ağustos 2010
Esas, eleştirmemiz gerekenler şunlardır:
1.Devleti yönetenler:
Ekonomik krizler, enflasyonlar, ideolojik çatışmalar, terör, etnik gerginlikler, mafya, hortumlamalar, yoksulluklar ve irticai harekelerin meydan okuması, olaylarını hatırlayalım.
Soykırım suçlamalarını ve Irak’ta kırmızı çizgilerimizin çiğnenmesini, askerlerimizin başına çuval geçirilmesini, Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımızın en doğal haklarının gasp edilmesini, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak suni azınlıklar yaratılmaya çalışılmasını gözümüzün önüne getirelim.
PKK’nın dost bildiğimiz ülkeler tarafından el altından himaye edilmesini,
Avrupa’da televizyon kanalları kurmalarına ve terörist yayınlar yapmalarına izin verilmesini, çeşitli devletlerin parlamentolarında Türkler hakkında sözde soykırım kararları alınmasını unutmayalım.
Eli kanlı katillere Avrupa’da sıgınma hakları verilmesi ve iade
edilmemeleri, Abdullah Öcalan’a kol kanat gerilmeye çalışılması gibi olayları üst üste koyalım.
Bu tablo karşısında, ülkemizin milli menfaatlerinin korunabildiğine inanabilir miyiz?
İyi niyetliler hariç; sivil toplum örgütleri, vakıflar, barış gönüllüleri, yardım kuruluşları ve insan hakları örgütleri gibi masumane isimler arkasına gizlenen ve ülkemizi örümcek ağı gibi saran art niyetli kuruluşların ve yurtiçindeki işbirlikçilerinin gerçek faaliyetlerinin bilindiğine ve milli
menfaatlerimize zarar vermelerinin önlendiğine güvenebilir miyiz?
Eğer, bütün bunlara inanacak ve güvenecek kadar iyi niyetli ve saf isek, nasıl oluyor da birileri istediği zaman, bir anda ülkemizin içini karıştırabiliyor ve yabancı devletleri Türkiye aleyhine ayağa kaldırabiliyor?
Neden biz yabancı devletlerin yaptıgı gibi, onların ülkelerinde; milli menfaatlerimizi savunacak sivil toplum örgütleri, vakıflar ve barış gönüllüleri oluşturamıyor ve yandaşlar bulamıyoruz?
Canımız istediği zaman, neden biz de onların içini karıştıramıyoruz.
Eğer, bunları yapmaya kalksak o ülkelerin yönetimleri buna izin verir mi?
Avrupa’da pek çok soydaşımız yaşıyor, bir kısmı da o ülkelerde vatandaşlık hakkı kazanmış ve oy hakkına sahip.
Neden biz, milli menfaatlerimiz doğrultusunda onları organize edip Türkiye lehine kamuoyu oluşturmalarını,
lobi faaliyetleri yürütmelerini ve baskı unsuru olmalarını sağlayamıyoruz?
Tam tersine, o vatandaşlarımızın bazılarını irticai ve bölücü örgütlerin ele geçirip Türkiye aleyhine kullanılmalarına sebep oluyoruz?
Küçücük Ermenistan, pek çok devletlerin parlamentolarına, Türkiye aleyhine soykırım kararları aldırabiliyor da, 70 milyon nüfusu ve dünyanın 20’nci büyük ekonomisine sahip Türkiye nasıl bunu engelleyemiyor?
Bir avuç Güney Kıbrıs Rum Kesimi, nasıl oluyor da Birleşmiş Milletlerde aleyhimize kararlar çıkartıyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne izolasyonlar uygulatıyor, Avrupa Birliği’nde menfaatlerimizi engelleyebiliyor da Türkiye’nin esamisi neden okunmuyor?
Bütün bu sorular ve cevapları, milli menfaatlerimizle ve evlatlarımızın geleceğiyle yakından ilişkili değil mi?
Bu menfaatlerimizi korumak kimin görev ve sorumluluğu?
Bu ülkeyi yönetme iddiasıyla ortaya çıkıp halktan oy alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gidenler.
İktidara gelerek hükümet olanlar; yurtiçinde ve
yurtdışında cereyan eden olayları, halkımızın refahı ve evlatlarımızın geleceği için, milli strateji ve milli menfaat gözlüğüyle değerlendirebilmeli ve uluslar arası politika sahnesinde oynanan diplomasi oyunlarının içyüzünü ve perde arkasını görebilmelidirler.
2.Bu ülkenin aydınlarına gelince:
1996 yılında, Kanada’da PKK tarafından düzenlenen bir toplantıda, yandaşlarına yaptığı çağrı şöyledir:
” Tarihe belge bırakınız…
Bu maksatla, dünya ve Türkiye’de kamuoyu oluşturabilecek etkinlikte bilim adamı,
Medya mensubu, yazar, sanatçı ve kanaat önderlerinden karakteri uygun olanları;
Parayla, seksle, tehditle veya şantajla satın alınız.
Türkiye aleyhine kitap, makale ve bilimsel incelemeler yazdırınız.
Demeçler verdiriniz.
Televizyon programları ve filmler yaptırınız.
Bunlar, bugün için bir anlam ifade etmeyebilir.
Ama yakın gelecekte davamızı inceleyenlere birer tutamak ve tarihi belge olacaktır. “
İşbirlikçi satın almak ve rakip ülkeyi özellikle içinden kendi insanlarına hançerletmek, yalan bilgilere ve sahte belgelere dayanan yoğun bir propagandayla o ülkeyi içinden bölüp parçalamaya çalışmak, PKK’nın akıl ettiği yeni bir icat değildir.
Bu konu, milli stratejinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bunun adı “endirekt veya dolaylı stratejidir” bu stratejinin
ana unsuru, bir şekilde işbirlikçi satın almak, bunlar kanallıyla sahte bilgi ve belgelere işaret ederek geçekleri çarpıtıp (dezenformasyon yoluyla) halkın ve dünya kamuoyunun beynini psikolojik olarak yıkamaktır.
Psikolojik harbin temeli de budur.
Amaç; halkı yıldırmak, bezdirmek, milletin kafasında
galiba bizde suçluyuz sorusunu uyandırmak ve ver kurtul noktasına getirmektir.
Dünya tarihi incelendiğinde; özellikle sömürgeci ülkelerin bu
stratejiyi bir bilim haline getirdikleri ve gaddarca uyguladıkları görülür.
Ermeni Diasporasının ve PKK’nın, Türkiye lehine düşüncesini açıklayan bilim adamlarını ve yazarlarını ölümle tehdit ettiklerini ve Türkiye aleyhine fikir beyan eden veya sahte belge üretenleri ise göklere çıkarıp ödüllendirdiklerini açıkça görüyoruz.
Bu açıklamalardan sonra, bu ülkenin aydınlarına diyorum ki; sizler çeşitli aydın tanımlamaları yapabilirsiniz.
Ancak, bana göre her okuryazar veya üniversiteyi bitiren aydın demek değildir.
Aydın olarak sınıflandırılan kişilerde, en azından şu özellikler bulunmalıdır:
Aydın kişi; ahlak sahibi ve namuslu olmalıdır.
Aydın kişi; parayla, seksle, şantajla ve tehditle satın alınamamalıdır.
Aydın kişi; araştırmacı ve bilgili olmalıdır.
Aydın kişi; bilgi sahibi olmadığı konularda fikir üretip ahkâm
kesmemelidir.
Aydın kişi; ön yargılı olmamalıdır.
Aydın kişi; gerçek kimliğini gizleyip, takiye yapmamalıdır.
Aydın kişi; yabancı hayranlığı içinde boğularak aşağılık duygusuna kapılmamalıdır.
Devam edecek.
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan