Konuk Yazar
25 Mart 2017
Murat Sevinç
anayasa ve sistem tartışamamaları esnasında sık karşılaşılan argümanların
başında, halihazırdaki yapının açmazlarının görmezden gelinmesi eleştirisi var.
Önerilene karşı çıktığınızda ‘Peki bu sistemin hiç sorunu yok mu?’ yolundaki ‘boş’ soruyla karşılaşılıyor.
gerekçesiyle ilgisi yok!
İlki, gündemdeki öneri üzerine söylenecek pek bir şey olmayışı. İkincisi,
halihazırdakinin mutlaka değiştirilmesi gerektiği yönünde oluşmuş, oluşturulmuş
kesin kanı.
Oysa
ilk soru şu olmalı: Herkes ne üzerine tartışıyor? Memleketteki sistem ‘sohbet’leri, akıl
yürütülerek tanımlanmış sorunlar üzerinden yapılmıyor. Nasıl ki bir hastalık
doğru teşhis edilmeden uygun tedavi yöntemi uygulanamazsa, siyasal sistemin
sorunları da dürüstçe tespit edilip özgürce dile getirilmeden anlamlı çözüm
önermek mümkün değil. Mümkün olmadığı için de, her ‘sohbet’, ister
istemez ‘zırva’ kalmaya mahkum.
Biraz
açalım. Deniyor ki, parlamenter sistemle devam etmek mümkün değil. Neden? Çünkü
bu sistem istikrarsızlığa neden oluyormuş. Ne demek bu? Kastedilen ekonomik ve
siyasal istikrarsızlık mı? Eğer öyleyse, bu durumda Türkiye AKP döneminde yani
tam 15 yıldır istikrarsız mıydı? İstikrar yakalanamadıysa, bunca zamandır
dinlediğimiz ilerleme propagandası tümüyle yalandan mı ibaretti?
Bir
çocuğun aklına gelebilir bu soru/sorular bunlar, değil mi? Devam edelim…
Yürütme
yetkisinin büyük ölçüde bir kişiye verilmesi ve devlet başkanının bunca
yetkiyle donatılmasının, örneğin işsizliğin azaltılmasıyla ne ilgisi olabilir?
Ya da terör eylemlerinin sona ermesiyle?
Güvenlik
güçleri ve istihbarat, parlamenter sistem nedeniyle, hangi zafiyeti sergiliyor?
Bir vahşinin yılbaşı akşamı, şehrin göbeğinde eğlenen 39 kişiyi katletmesiyle,
parlamenter sistem arasında nasıl bir bağ kurulabilir?
Yaşadığımız
sorunlardan hangisi, yürütme organının yapılanmasıyla bağlantılı? Kuşkusuz
hiçbiri. Bunlar arasında zorunlu ilişki kurmaya çabalayan her insan, kaçınılmaz
biçimde saçmalar.
Yineleyelim:
Bu durumda biz, ne üzerine konuşuyoruz? Güçler ayrılığı ilkesinin, ahı gidip
vahı kalmış yargı bağımsızlığının, meclis egemenliği ilkesinin canına okuyacak
bir önerinin, sanki her şey olağanmış gibi konuşulmasının akıl fikir tutulması
dışında ne gibi bir gerekçesi olabilir?
Tartışıldığı
iddia edilen metin, bir sorunumuzun tespiti ve sonrasında uygun çözüm üretme
çabasının sonucu değil. Herkes, aslında ne olup bittiğinin, kimin/kimlerin ne
talep ettiğinin ve olanların demokrasi ya da her ne demekse, ‘istikrar özlemi’yle ne
ölçüde ilişkili/ilişkisiz olduğunun farkında kuşkusuz.
Yine
aynı soruya gelelim. Şu meşhur soruya. Peki parlamenter sistemin hiç sorunu yok
mu?
Var.
Var var olmasına da, önerilen tuhaflık, o sorunlara çözüm değil. Çünkü o
sorunların temel nedenlerinin başında, demokrasinin cılızlığı geliyor. Örneğin, matrak bir ‘Hayır’ videosu çeken 21 yaşındaki genç
insanın 24 saat içinde tutuklanmasının, hükümet biçimiyle bir ilgisi
var mı? Ya da memleketin neredeyse tüm ekranlarında, her Allah’ın günü aynı insanların
sesini duyuyor olmamızın. Ya da ‘Evet’ propagandasının devlet imkanlarının
seferber edilerek sürdürülmesinin. Ya da devlet
başkanının cezaevindeki gazeteciler hakkında sarf ettiği sözlerin.
Akıl almaz ifadelerin sorumlusu parlamenter sistem mi?
Üç
beş yıl önce cezaevindeki askerler teröristti malum. Ülke, düzmece delillerle
bağırsaklarını temizliyordu vs. Ardından ‘Allah
affetsin’ süreci
yaşandı. Laik bir hukuk düzeninde, yüzlerce insanın kayıp yıllarının
sorumluluğu, Allah’a havale edildi. Şimdi, gazeteciler terörist. Bir sonraki ‘af dileme’ sürecine dek. Vahametin sorumlusu,
sorumluları? Parlamenter sistem mi? 2010’da HSYK’nin hepimizin gözü önünde,
çıtlata çıtlata Cemaat’e teslim edilmesinin mesela? Parlamentarizmin marifeti
miydi? Dış politika felaketleri? Hangisi iki başlı yürütmeden kaynaklandı?
Ayrıca nicedir o başlardan birinin hükmü kaldı mı Türkiye’de? Memleketi
başbakan ve bakanlar mı yönetiyor?
Türkiye,
hükümet biçiminden değil, demokrasinin her geçen gün cılızlaşmasından
kaynaklanan sorunlar yaşıyor. Giderek derinleşen.
Ama
çok merak ediyorsanız parlamenter sistemin temel açmazından da söz edelim. Bu
sistemlerde, başkanlık sistemlerden farklı olarak ‘yumuşak güçler ayrılığı’ benimsenir. Asıl güçler ayrılığı da,
yargı ile diğer ikisi arasındadır aslında. Çünkü parlamento çoğunluğu özellikle
bir partinin egemenliğindeyse, parlamenter sistemin ana kuralı büyük ölçüde
işlevsiz hale gelir: Bakanların meclise karşı sorumluluğu. Özellikle meclis
soruşturması ve gensoru. Çünkü bir hükümet mensubunun soruşturulup yargılanması
ya da düşürülmesi, partisi onu feda etmediği sürece mümkün olmaz. Sorun da
burada zaten. Yani şu ‘feda’ sözcüğünde.
Parlamenter
sistemin iyi işlemediğini dile getirenler, yukarıdaki sorundan mı şikâyetçi
sizce? AKP’liler ‘Biz
bakanlar yargılansın, hesap versin istedik ama sistem nedeniyle başaramadık’ mı diyorlar? ‘Bakanları
Yüce Divan’a göndermeyi çok istedik ama ne yazık ki parlamenter sistem
nedeniyle başaramadık.’ Bu mu söyledikleri? Dalga mı
geçiyorsunuz?
Şunu
unutmayın: Parlamenter sistemler açısından sorun olarak tanımlanabilecek bu ‘denetim/hesap sorma’ güçlüğü, AKP için büyük bir ödül
haline geldi. Hesap vermeyi çok istediler de, halihazırdaki sistem engel olmadı.
Aksine, hesap vermek istemediler ve bunun için o çok şikayetçi oldukları
sistemin hükümlerine/ilkelerine sığındılar.
Demek
ki parlamenter sistemden yakınmalarına değil, şükran duymalarına neden olan bir
durum söz konusu.
Gelelim
başlığa.
Teamülü
olmayan, geleneksiz bir ülke yok. Her sistemin yazılı olan ve olmayan ilkeleri
söz konusu, onu ayakta tutup yaşamasını sağlayan. Anayasal kurallar denilen
yalnızca ‘yazılı’ olanlardan ibaret değil. Anayasal
düzen, çok sayıda ve tarih içinde olgunlaşmış gelenekten oluşur. Yönetimi
biçimlendiren geleneklerin niteliği ve demokrasiye katkısı büyük ölçüde
belirleyici kuşkusuz.
Batı
demokrasilerinde siyasal açmazların/tıkanıklıkların çözümünde en sık başvurulan
yöntemlerin başında ‘istifa’ geliyor. Sorumluluk ilkesi ve
duygusunun sonucu. Siyasal ve kişisel bir sorumluluk. Haliyle, kaçınılmaz
biçimde asgari bir ‘mahcubiyet hissi’ de gerekiyor eyleme geçilebilmesi
için. İlginç bir kurum istifa. Topraklarımıza tümüyle yabancı. Belki
duymuşsunuzdur da pek tanık olmamışsınızdır. UFO gibi anlayacağınız. Duyarız
ama görmeyiz; gördüğünü iddia eden bir iki kişinin anlattıklarıyla sınırlıdır
ufkumuz.
Son
bir iki yılda muhtelif gerekçelerle görevlerinden ayrılan Batılı yöneticileri
şöyle bir hatırlayalım. İki önceki Alman cumhurbaşkanı, Brexit sonrası
İngiltere başbakanı, İzlanda başbakanı, Polonya’da üç bakan, İtalya başbakanı,
Bulgaristan başbakanı, Slovenya başbakanı vs… Son olarak
Fransa içişleri bakanı. İki kız çocuğunu yaz aylarında danışman
olarak çalıştırdığı için yolsuzluk iddiası ortaya atıldı ve ayrıldı Fransız
Bakan. Örnek çok…
Saydığım
istifalar, öyle Davutoğlu’nun ayrılması gibi değil. Çeşitli iddialar ya da
başarısızlıklar söz konusu olduğunda, makamlarını terk ediyor yöneticiler. Ne
kadar ilginç değil mi? Sorumluluk almayı, göğüslemeyi bildikleri ve var
oldukları siyasal kültür bunu gerektirdiği için. Kurumlarını rahatlatıp
konumlarının siyasal kangrene dönüşmesine izin vermedikleri için.
Sistem
ister parlamenter, ister başkanlık ister yarı başkanlık olsun. Adı ne konulursa
konulsun. Eğer o memlekette demokrasi cılızsa, sorunları dürüstçe göğüsleyip
siyasal/cezai bedel ödeme ilkesi tanınmıyor ise açmazların üstesinden gelmek
mümkün olmaz. Pozitif hukuk düzenlemeleri mi diyorsunuz. İyi hoş da, sorumluluk
ve hicap duygularını anayasa hükmü haline getirmek mümkün mü? Demek ki yaşamda ‘metinler’ dışında da bir şeyler var, öyle değil
mi?
Hatırlatmakta
yarar var: Tüm demokratik kurum ve ilkeler, ancak demokratik sistemlerde
anlamlı biçimde varlığını sürdürebilir. Eğer demokratik değilseniz, örneğin
anayasanızda laf olsun diye ‘kadın
erkek eşitliğinin sağlanması’nı devlete görev verir, ardından
hiçbir kurumunuzda eşitliği gözetmezsiniz ve diyelim anayasa mahkemenizin tüm
üyeleri heriflerden oluşabilir. Ya da dostlar alışverişte görsün diye ‘ombudsmanlık’ kurumu yaratır, sonra başına Hrant
Dink’i mahkum edenlerden birini geçiriverirsiniz. Anlatabiliyor muyum?
Sistem
sorunlarından söz edenler, keşke istifa gibi son derece medeni
kurumlardan/yollardan haberdar olsaydı. Fransız içişleri bakanının istifa
gerekçesini bizimkilere ‘anlatmak’ dahi mümkün değil.
Belki
bir gün memleketimiz de böyle değerli yöntemlerle tanışır. Sorunlarımızın
çözümüne büyük katkı sağlayacaktır. Üstelik anayasa değişikliğine de gerek yok.
Çok daha basit, masrafsız. Asgari sorumluluk duygusu, asgari mahcup olabilme
hasleti. Hepsi bu…