Bülent Okutan
9 Kasım 2007
Kızımla ilgili geçmişte bazı yazılarım olmuştu. Özellikle onun tiyatrocu kimliği ile ilgili. Bu gün yine sizlerle onun bazı özelliklerini paylaşacağım. O artık bir genç kız ama her baba gibi benim gözümde yıllar öncesinin bebeği. Ve sevgi dolu masum bir bebek.
Kızımın bazı özelliklerini gördükçe onu daha da çok seviyorum. Çünkü onun için hayat o kadar soyut ki anlatamam. Ve hayat ne kadar soyut ise canlılar o derece somut bebeğimin o güzel gözlerinde ve ellerinde.
Yürümeyi öğrendiği günlerden itibaren büyük bir hayvan sevgisi oluştu yaşamında. Ben de o sevgisine karşılık verdim. Tavşan, papağan, civciv, muhabbet kuşu, kanarya, envai tür balık, köpek, kaplumbağa, hamster velhasıl akla gelen her hayvanı ona sağladım. Sevgi adına yaşamı sevimli muhtaç bir canlı ile paylaşmak adına.
Onu zaten onda olan hayvan, dolayısı ile canlı sevgisi ile yetiştirdim.
Öyle mutlu olurdu ki beslediği hayvanlarla anlatamam. Hiç unutmam küçük siyah bir köpeği vardı ve henüz 4 yaşındaydı. Sevimli miniğe Pepe ismini koymuştuk. O küçücük yaşıyla bu yaratığı kabullenmek adına bir gün bana bir soru sordu. Bu diyalogumuz kamera kayıtlarında mevcuttur. Aynen şöyleydi ;
– Babacığım Pepe bizimle yaşayacak değil mi?
– Evet kızım
– Peki onun soy ismi neden yok?
– Ben burada duraksadım. Ne cevap verebilirdim ki?
– O ekledi ;
– Baba onun adı Pepe Okutan olsun mu ?
Kahkahayı koyuverdiğimi hatırlıyorum.
Bir gün de yine o yaşlarda iken gidilen piknikte elinden zorla alınan bir yılan hikâyesi var ki anlatsam kimse inanmaz. O yüzden bunu es geçeceğim.
Minicik iki kaplumbağası ise onun hayvan sevgisinin en büyük iki örneğiydi. Evin tüm fertleri bu su canlılarının akvaryumuna yaklaştığında hiçbir tepki göstermezlerdi. Dilara bir metre yaklaştığında ikisi de yerlerinde duramazlardı. Ve inanılmazdır yemlerini sudan çıkıp onun ellerinden yerlerdi.
Birkaç ay önce sokakta bir minik beyaz kedi yavrusu bulmuş. Eve getirdi. Gizlice beslemeye başlamış. Eeee kedi yavrusu bu nereye kadar gizlersin ki ?
Tabi yakalandı. Ne kızabildik, ne de şirin yavruyu reddedebildik. Mutluluğu bir ay sürdü. Haşarı yavru balkondan aşağı düşene dek. ıki gün uğraştı çalmadığı veteriner kapısı kalmadı. Ama nafileydi. ıç kanama vardı ve minik kedi öldü. Diloşum yıkıldı.
Önceki gece yarısı otomobilimi evin önüne park ettim. Tam apartmanın dış kapısını açarken bir miyavlama duydum. Komşumun otomobilinin altında minnacık siyah beyaz bir kediciğin gözleri parlıyordu. Ama yaşlı gözler Diz çöküp ellerime aldım. Acıdan ağlıyordu besbelli. Acısını öğrenmem güç olmadı çünkü arka ayağı kırıktı.
Ona şefkatli bir kucak lazımdı. Patilerinin tüm çamur ve tozuna rağmen siyah ceketimin göğsüne dayayıp eve çıktım.
O yumuşacık, dünya güzeli yürek kapıyı açtı bana. Yavruyu görünce yüzüne dünyanın en güzel gülümsemesi yayıldı. Ayağın kırık olduğunu söyleyince o güzel yüzde bu kez dünyanın en büyük acısı beliriverdi.
şimdi o minik kedi kızımın himayesinde ve ben onları izliyorum. Onun o şirin yavruya şefkatini, şirin yavrunun ona mırıl mırıl sesler çıkardığı kucağındaki mutluluğu.
ıki ayrı cins arasında ki bu sevgi dialogunu ben izlerken günümüzde TV’lerin ana haber bültenlerinin ilk sırasını ise artık çok sıkça intihar saldırıları, savaş haberleri işgal ediyor hemen her ülkede . Onlarca insanın kan ve et parçasına dönüştüğü saldırıların, savaşların haberleri.
Ve ben kızımı, sevgiyi ve şefkati çok seviyorum biliyor musunuz ?
Yaşamı seviyorum. Küçük mutlulukları. Canlıları seviyorum.
Peki ya Siz?