Mehmet Göncü
24 Ekim 2007
Yaşam olgusunun sürekliliğini, dinamiğini ve enerjisini sağlıyan bitkiler, gerek yer küredeki karalarda ve gerekse okyanuslarda gezegenimizdeki yaşam için gerekli olan oksijen, su ve karbonhidratları üreterek, ekolojik sistemdeki zincirin ilk halkalarını oluştururlar.
Çok iyi incelediklerinde; bu güzel canlıların şaşmaz hafızaları ve bilgileri olduğu anlaşılmaktadır. Kendi dünyalarına göre var oluş sebeplerini çok iyi algılayıp, görevlerini aksaksız yerine getiren bu güzel canlıları, yalnız sevmek yetmez, onlarla dost ve arkadaş olmak, saygı da göstermek gerekir.
Ağaç dikme mevsimlerinde Belediyemizin Üniversitemizin ve daha bir çok kuruluşumuzun bu bağlamda faaliyetlerini duyuyor, görüyor ve seviniyoruz.
Ama içimde sürekli bir korku var, ağaç dikmek kadar hatta daha önemlisi onları korumaktır.
Bu nedenle ağaçları, çiçekleri ve tüm bitkileri candaş, yoldaş ve kardeş bilmek gerekiyor. Bunun için de eğitimcilere çok çok büyük işler düşüyor. Otu ete çeviren kudrete sonsuz şükürler ve hamd ederken, bu manada bir dut ağacı ile arkadaşlığımın gerçek öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
Memuriyetten emekli olunca, ejdad diyarı şanlıurfa’ya gelip yerleştim. Oturduğumuz binanın bir bahçesi vardı. ılk iş olarak bahçeyi temizleyip çeşitli çiçekler ve güller diktim. Her emekli gibi, uyum stresi sürecinde bahçe dizaynı, bakım ve sulama ile yeni yaşama intibak etmeye çalışıyordum. Bir sabah çiçekleri sulamakla meşgul iken, toprak zeminin üzerinde yatan bir parmak boyunda, mercimek büyüklüğünde üç adet yaprağı ile kıl gibi ince kökü olan bir dut fidesi ile karşılaştım. Fidanın bana hüzünlü ve heyecanlı bir sesle şöyle dediğini duyar gibi oldum: “Hiçbir canlının önceden anasını, babasını ve nerede doğacağını belirleme şansı olmadığı gibi, ben de üst katta oturan komşunuzun balkonundaki saksısında yanlış bir yerde dünyaya merhaba dedim. Bu sabah komşunuz balkondaki çiçekleri sularken beni fark etti. Saksı da dut ağacı olmayacağına göre beni çekip aşağıya attı. Güneş biraz daha yükselirse damarlarımdaki son damla suyu da kullanıp öleceğim. Aynı vardan var olduğumuza göre kardeş sayılırız. Beni toprağa kavuştur ve yaşamama vesile ol ki ben de bu gezegendeki canlı hayata bütün gücümle eksiksiz katkıda bulunayım”
O anda düşünmeye başladım. Hemen kendisini yerden alıp küçük parmağımla, deldiğim sulanmış toprağa diktim ve günlük işlerimle uğraşmaya başladım. Ertesi gün ilk işim küçük dut arkadaşı ziyaret etmek oldu. Yeni yerine uyum göstermiş, minnacık gövdesini dikleştirmiş, küçücük yaprakları canlanmış, bu gezegende fani de olsam yaşama katkı için ben de varım der gibi bana selam vermişti. Küçük dut ağacı sözünde durdu. Çok çabuk büyüdü ve yaşama katkıda bulunup ekolojik sisteme dahil oldu.
Aradan sekiz yıl geçmişti. Bir gün kibar bir zat olan bina sahibimiz bana gelerek, “Mehmet bey ben bu binayı yıkıp, bahçeyi de arsaya katıp yerine çok katlı daha büyük bir bina yapacağım. Bu nedenle kendinize lütfen yeni bir yer bulun” dedi.
Kendim için değil, diktiğim ağaçlar ve düzenlediğim bahçe için çok üzülmüştüm. Mevsim yaz başlarıydı, ağaçları yerlerinden söküp başka yere dikme riskliydi. Ama başka da çare yoktu. O sıralar bir şirkette müdür olarak çalışıyordum. Ve o şirketin Yenice köyündeki üretim sahasında ağaçlandırdığım geniş bir alan vardı. Yazın sıcağına rağmen binanın bahçesinden söküp getirdiğim ağaçları bu yere diktim. Dostum olan dut ağacı arkadaşıma da yaşaması için günlerce telkinde bulundum. Bilimin, tekniğin gerektirdiği bütün bakım ve özeni gösterdim. Bir ay sonra dostum küçük bir tomurcukla yeniden dünyaya merhaba dedi. Aradan bir on yıl daha geçti. Ben o işten ayrıldım. Ama dostumu ziyarete sık sık giderim. Sağ olsun çevre dostu Mahmut Tuğalan bey de bana iştirak eder. Beraberce ağaca, kuşa, toprağa, taşa, böceğe, çiçeğe ve doğaya binlerce selam ederek yaradana sonsuz şükürler sunarak döneriz.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla…