İbrahim Halil Okuyan
11 Nisan 2009
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin (davranış biçimi ) usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü süsten arınması gereklidir.
Saç, sakal, bıyık, kaş ne varsa hepsinden. Derviş, usulüne uygun hareket eder. Soluğu berberde alır.
Vur usturayı berber efendi der.
Berber dervişin saclarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkınmı bıçkın (dediği dedik, cesur, gözüpek ) bir kabadayı girer içeriye.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu. Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden, berber mahcup fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş sırasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: Kabak aşağı, kabak yukarı.
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki gemden boşalmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalır.
Derken, iki atın ortasındaki denge için yerleştirilmiş ucu sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oraya yığılır, kalır.
Ölmüştür, görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyari sorar.
Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir.
Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağında bir sahibi var. O gücenmiş olmalı.
Hikâye böyle.
Ama hayatta böyle.
Ensemize, kafamıza vurup dalga gecen sahte kabadayıların, kabağında bir sahibi olduğunu. Bu sahibin de, en affetmeyeceği şeyin; kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına, makamlarına, rantlarına (getirimlerine) yapışanlar , anlayacaklardır.
Şimdide biz soralım:
Biraz ağır olmadı mı? Sayın FAKIBABA…