Bülent Okutan
23 Mart 2009
Ne zaman Baykal ile ilgili söylem, tartışma olsa aklıma ilginç bir anım gelir.
Sanırım yirmi yıl kadar öncesiydi. Yaşadığım kentte ki küçük bir kurumun amiriydi, anıma konu olan kişi.
O yıllar oldukça aktif bir şekilde gazetecilik mesleğimi icra ettiğimden, nerede, neyin, nasıl olduğunu, oralarda çalışanlardan daha iyi bildiğim de söylenebilirdi. Tabiri caizse diğer bir deyimle burnumu her şeye soktuğum bir dönemdi.
Her kurum genişler, kadrosunu arttırırken bu birimde tık yoktu. İşin aslını sonradan öğrendim. Bizim müdür bey bakanlıktan gelen tüm ilave kadro önerilerini ‘ihtiyaç yoktur’ yanıtı ile geri gönderiyordu.
İçerdeki bir kaynağıma merak edip sorduğumda aldığım ilginç yanıt, bana sevdaların en büyüğünün Leyla-Mecnun, Kerem-Aslı değil de koltuk sevdası olduğunu teyit etmişti. Yakınma ile karışık izahat şuydu;
-Bülent bey geçenlerde dört kadro daha verdiler. Sıkışığız. Anamız ağlıyor, hiçbir işe yetişemiyoruz. Ama sağolsun müdür bey ihtiyaç yok, biz kendimize yetiyoruz diyerek geri çeviriyor. Adam ortalık karışmasın deyip istemiyor işte. Kadrolara tamam deyip,ilave personel almaya kalksa siyasiler devreye girecek. Biri yeğenini, öbürü kayın biraderini işe sokmaya çalışacak. Sokamayan müdürle uğraşıp ayağını kaydıracak. O da ne şiş yansın ne de kebap deyip koltuk aşkı uğruna, kaplumbağa gibi kafasını içeri çekip oturuyor. Bırak siyasileri, matbaa işi çıkıyor. İl haritası basılacak. Her matbaanın bir de gazetesi var. Kimseyi küstürmesin, karşısına almasın diye biz işi karı bırakıp, burada kopya kağıdı ile harita çizip, renkli bölümleri oluşturmak için boya kalemlerini jiletle sıyırıp, pamukla boyuyoruz. Tırnak aralarımız rengarenk. Kırmızı domatesi bile siyah benekli yer olduk. Olacak iş mi yahu?
Şimdi Baykal ile bunun ne alakası var diyenleriniz olabilir.
Baykal her ne kadar devlet memuru olmasa da neredeyse koltuk aşkı o muhtereme benziyor. Adı ana muhalefet lideri olarak tescillenen bu siyasimiz, böyle gelmiş böyle de gitsin bir anlayışa sahip. Yani bana dokunmayan yılan bin yaşasın hesabı.
Yüz asık. Bir gülse millet ona da gülecek. Ama millet gülüp, onu iktidara getirip de bir şey yapamazsa, ana muhalefet liderliği de elden gidecek. Ne gerek var?
Söylemlerine, mitinglerindeki çıkışlarına, meclisteki grup toplantılarında ki konuşmalarına bakıyorsunuz. Sadece kendisine yapılan saldırılara yanıt veriyor. Çok ender olarak ülke meseleleri konusunda sesinin tonunu yükseltiyor.
Amaç ne? Ebediyen Ana muhalefet lideri olarak kalmak…Bordrosunda ki kadro bölümünde yazan ünvan o ya!
Maazallah ötesi, altı, üstü tehlike.
Aydın Valisi bile efelenip ‘Seni APS ile gönderecekler’ diyor, tık yok. Stratejisine uymuyor. Valiye sesini yükseltemiyor. Vali devletin valisi. Ve sanki bu devleti onun partisi kurmamış gibi O Valiye tepkiyi Genel Başkan olarak kendisi değil de, tavşanın suyunun suyu, partinin Aydın İl Başkanı koyuyor.
Onun bu pasifliği nedeni ile günden güne sesi kısılan partide Kılıçdaroğlu gibi bir cesur yürek, gladyatör çıkınca da, onu İstanbul’a sürgüne gönderiyor. Onun arenası Ankara olduğu halde.
Amaç ne ? Partinin oy yüzdesi artsın. Artı hanesine yazılsın.Nasıl olsa İstanbul’un seçmeni çok, taşı toprağı da altın. Ankara kaybedilmiş kimin umurunda?
Yahu o Kılıçdaroğlu değil mi, Gökçek’e, Ankara’nın taşını, gözünün yaşını zehir eden?
Ve o Kılıçdaroğlu değil mi Ankara’dan aday yapılsa silip süpürecek olan?
Aynen o.
Peki İstanbul’da işi ne?
Çünkü esas koltuk Ankara’da!…
Ama dedim ya bu ülke de sevdalar bir başka. Kimi yönetmeye başa güreşmeye sevdalı, kimi sadece üstünde oturabileceği bir koltuğa.
Bahsettiğim o müdür matbaada bastırabileceği evrakları personeline boyata boyata o koltukta emekli oldu, Baykal’da göz, gönül boyaya boyaya aynı mutlu sona erecek gibi. Olan rahmetli Erdal İnönü’nün Baykal’a devrettiği aslan sosyal demokratlarına oluyor.
Kılıçları, Kılıçdarlar çekmediği meydan boş kaldığı için.
Ve hep de öyle olacak gibi.