Köşe Yazısı

AZMAN DEDE

İbrahim Halil Okuyan

İbrahim Halil Okuyan

Tüm Yazıları Gör

Celal Bayar Üniversitesi Öğrenci Konseyi’nin hazırladığı
Çanakkale adlı kitapçıktan:

“Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi’nin Mallıca köyünden 104
yaşında Azman Dede idi.

Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,
Dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış,
Soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı.

Esas ismi adeta unutulmuştu.

Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca Köyü
kahvesinde kendisiyle görüştüm.

Kulakları ağır işitiyordu.

Köylülerden biri yardımcı oldu.

Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi.

Onun sesine alışkın olduğundan anladı.
Sordukları mı cevapladı.

Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla,
hıçkırıklar
içinde ağlamaya başladı.

Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de
duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:
“Bir hücum sırasında bölük erimişti.

Yüzbaşı telefonla takviye istedi.
Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi.
Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı.

Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki
hemen dikkatimizi çekti.
Bölüğü düzene soktum.

Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla
üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna
hazırlıyordu.

Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek
gelen çocuklar birden çakı gibi oldular.

Yüzbaşı sordu; “Yavrum siz kimsiniz?”,
İçlerinden biri; “Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için
ölmeye geldik!..” diye cevap verdi.

Gönlüm akıverdi o çocuklara.

Bu savaş için çok küçüktüler.
Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı.

Onlarla ilgilendim.

“Mermi böyle basılır.
Tüfek şöyle tutulur.
Süngü böyle takılır.
Düşmana şöyle saldırılır!..” diye.

Onları karşıma alıp bir bir gösterdim.

Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.

Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik.

Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman
gemileri
gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar.

Yer gök top sesleriyle inliyordu.

Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor bir gün önce
Ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla
siperlere düşüyordu.

Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu.
Siperler toz duman içinde kalmıştı.

Bir ara yüzbaşı “Azman yandık!..” diye siperin
köşesini işaret etti.

O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi
neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi
birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı.

Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı.
Ürkmüşlerdi.

Yüzbaşı yandık demekte haklıydı.

Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi.
Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye
başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı.
Al sancağı teslim etti.
Allah’a Ismarladı.
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana.
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana,

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı.
Biraz sonra biri daha…
Marş bitiyor yeniden başlıyorlar.

Bitiyor bir daha söylüyorlar.

Avaz avaz!..
Gözleri çakmak çakmak…
Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri
yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı.

O an geldi.

Birden yüzbaşı “Hücum!..”diye bağırdı.
Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık.

İşte tam o anda,
Tam o anda,
O çocuklar kurulmuş gibi siperlerden
Fırlayıverdiler.
İşte o an.

Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi.
Hepsi sipere geri düştüler.
Kucağıma dökülüverdiler.

Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor.

Hiç gitmiyor!..

İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..”

Azman dede ağlıyordu.
Ben ağlıyordum.
Kahvede kim varsa ağlıyordu.

Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi.

Eğildi;
“Azman dede hep ağlar.
Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı .”
Dedi.”

Bu topraklarda kan ve gözyaşı hep birlikte dökülüyor.

Mekanları Cennet Olsun.

Saygılarımla.




İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
20.Haziran.2012 ŞANLIURFA

1.230 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazısı

Azman dede

İbrahim Halil Okuyan

İbrahim Halil Okuyan

Tüm Yazıları Gör

 

Normal
0
21

false
false
false

MicrosoftInternetExplorer4

Celal
Bayar Üniversitesi Öğrenci Konseyi’nin hazırladığı ‘Çanakkale’ adlı
kitapçıktan:

“Balıkesir`de
son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi’nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman
Dede idi.

Gençliğinde
iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman
demeye başlamış,

Soyadı
kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.

Yıllar
önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca Köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm.

Kulakları
ağır işitiyordu.

Köylülerden
biri yardımcı oldu.

Benim
sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan
anladı.

Sordukları
mı cevapladı.

Söz
Çanakkale’ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde
ağlamaya başladı.

Kendi
zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra
bağıra anlatmaya başladı:

“Bir
hücum sırasında bölük erimişti.

Yüzbaşı
telefonla takviye istedi.

Gece
yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi.

Hepsi
askere alınmış gencecik insanlardı.

Ama
içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi
çekti.

Bölüğü
düzene soktum.

Yüzbaşı
gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor,
sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu.

Sıra
o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden
çakı gibi oldular.

Yüzbaşı
sordu; “Yavrum siz kimsiniz?”,

İçlerinden
biri;

“Galatasaray
Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!..” diye cevap
verdi.

Gönlüm
akıverdi o çocuklara.

Bu
savaş için çok küçüktüler.

Daha
süngü tutmasını bile bilmiyorlardı.

Onlarla
ilgilendim.

“Mermi
böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!..”
Diye.

Onları
karşıma alıp bir bir gösterdim.

Siperlerin
arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.

Gün
ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik.

Ortalık
hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip
siperlerimizi bombalamaya başladılar.

Yer
gök top sesleriyle inliyordu.

Her
mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor bir gün önce ölenlerin kol,
bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu.

Mermiler
üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu.

Siperler
toz duman içinde kalmıştı.

Bir
ara yüzbaşı “Azman yandık!..” diye siperin köşesini işaret etti.

O
şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o
çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir
titriyorlardı.

Çocuklar
harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi.

Yüzbaşı
yandık demekte haklıydı.

Muharebede
bir ürküntü panik meydana getirebilirdi.

Tam
onlara doğru yaklaşırken içlerinden

biri
avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem
beni yetiştirdi bu yerlere yolladı.

Al
sancağı teslim etti.

Allah’a
ısmarladı.

Boş
oturma çalış dedi hizmet eyle vatana.

Sütüm
sana helal olmaz saldırmazsan düşmana,

Baktım
hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı.

Biraz
sonra biri daha…

Marş
bitiyor yeniden başlıyorlar.

Bitiyor
bir daha söylüyorlar.

Avaz
avaz!..

Gözleri
çakmak çakmak…

Hücum
anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri
yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı.

O
an geldi.

Birden
yüzbaşı “Hücum!..”diye bağırdı.

Bütün
bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık.

İşte
tam o anda,

Tam
o anda, çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler.

İşte
o an.

Tam
o an bir makineli yavruları biçiverdi.

Hepsi
sipere geri düştüler.

Kucağıma
dökülüverdiler.

Onların
o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor.

Hiç
gitmiyor!..

İşte
ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..”

Azman
dede ağlıyordu.

Ben
ağlıyordum.

Kahvede
kim varsa ağlıyordu.

Kahveci
gözyaşları içinde bize çay getirdi.

Eğildi;
“Azman dede hep ağlar.

Niye
ağladığını bugün ilk defa anlattı .” Dedi.”

Bu
topraklarda kan ve gözyaşı hep birlikte dökülüyor.

Mekanları
Cennet Olsun.

961 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir