İbrahim Halil Okuyan
13 Nisan 2012
Ama nedense daha sonraki yıllar bu bozulmuştur.
Hele son zamanlarda Libya ve Suriye’ye yapılanlar içler acısıdır.
Atatürk’ün Bütün Eserlerinin 30’ncu cildinde yer alan belgede,
Atatürk, 21/22 Aralık 1937 akşamı Ankara Şehir Lokantası’nda Suriye Başbakanı Cemil Mardam’la yaptığı görüşmenin tutanağı var.
Atatürk, Suriye Başbakanıyla açık ve samimi bir görüşme yapıyor.
Alıntı Yazımız bununla ilgili.
“Suriye Meselesinin Hatırlattıkları
Günlük siyaset yapmayacağım.
Ona tenezzül etmem.
Tespitlerim ilim ve fikir zemininde olacaktır.
Önce, gündeme düşen habere bakalım.
İran televizyonu Press TV, ABD’li yazar ve tarihçi Griffin Tarpley’in, özü şu sözlerden oluşan mülakatını yayınladı:
“Suriye’de öldürülenlerin sayısı şişirilerek Türkler harekete geçirilecek.
Bu, Türkiye için ulusal bir İNTİHARDIR.
Atatürk bunu biliyordu.
Türkiye aynı zamanda önemli bir Kürt nüfusa sahip.
Eğer NATO Suriye’ye saldırırsa Kürtler isyan çıkarır ve Türkiye, isyancıların hedefi haline gelir.
Obama yönetimi kendi yenilgisini gidermek için Türkiye ve Suriye’yi karşı karşıya getiriyor.
Türk-Kürt liderler Atatürk’ü küçümsüyor.
Eğer onun bilgeliğini takip etselerdi bu durumda olmayacaklardı.”
Atatürk neyi biliyordu, Neyi söyledi?
Tarpley’in “Atatürk bunu biliyordu” deyip ayrıntı vermediği Mesele, Gazi’nin,
Genelde İslam dünyasıyla,
Özel olarak da komşumuz Suriye ile münasebetlerimizi değerlendiren yaklaşımıdır.
O yaklaşım,
Atatürk düşmanı dinci ve dinsiz ekiplerce hep saklandı ve Atatürk’e hep aksi yaklaşımlar mal edildi.
Ayrıntılarını, baskı aşamasında olan “Kurtuluş Savaşı’nın Kur’anî Boyutları” adlı eserimizde verdiğimiz bu meselenin omurgası olan tespitler,
Atatürk tarafından ta 1937’de yapılmıştır.
Şimdilik ibretle okuyalım.
Gazi,
21 Aralık 1937’de,
Yani ölümünden bir yıl önce,
Suriye Başbakanı Cemil Mardam’la yaptığı görüşmede,
Rozet Atatürkçüleriyle saltanat dincilerinin asla gündeme getirmedikleri şu sözleri söylemiştir:
“Ben şahsen bütün camia için gayret sarf etsem bile bazı kitlelerde Hasıl olmuş bulunan zihniyetler,
Bizi birbirimize yaklaştıramayacak kadar mühim idi.
Bu sebeple,
Ben bütün kuvvetimi ve kudretimi,
Yalnız bu imparatorluk içindeki TÜRK olan unsura hasretmek mecburiyetinde kaldım.
Ancak,
Ben bu işi yaparken çok emindim ki,
Asırlardan beri beraber yaşamış,
Dindaşlık yapmış insanlar, AYRILAMAZLAR.
Yalnız,
İmparatorluğun yarattığı birtakım yanlış anlamaların unutulabilmesi
Ve nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirlerini anlayabilmesi için belli bir zamanın geçmesi lazımdı.”
“Türkiye Cumhuriyeti’nin arzu ettiği şey,
Suriye’nin bağımsız bir İSLAM DEVLETİ olmasıdır.
İsterlerse Suriyeliler bizimle dost olurlar veyahut olmazlar.
Bu onların bileceği bir şeydir.
Fakat herhalde bağımsız bir SURİYE İSLAM DEVLETİ kurulmalıdır.
Fakat Fransızlar bunu istemiyorlar.
Fransızlar Suriyelileri ADAM yapmak istiyorlarmış.
Fakat evvela kendileri ADAM olsunlar.
Suriyeliler Zeki,
Modern ve Nazik insanlardır.
Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur.
Suriyeliler böyle düşünmelidirler.
Ben Suriye’yi bilirim.
Gençliğimde Şam’da bulundum.
Sürgün olarak, Abdülhamit zamanında.
Suriye’nin daha birçok şehirlerinde de yaşadım.
Daha sonra kumandan olarak da bulundum.
Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu’ndadır.
Balkan Harbi sonunda Gelibolu’da idim.
Talat Paşa’ya teklif ettim.
Suriye’ye, Irak’a BAĞIMSIZLIK veriniz dedim.
Talat Paşa “Bunu başkasına söyleme, seni asarlar” dedi.
Fakat yapılacak şey bu idi.
Eğer yapılsa idi Türkiye, Suriye ve Irak ki zaten KARDEŞTİRLER,
Bugün daha samimi KARDEŞ olacaklardı.”
“Suriyeliler henüz Olgun değilmişler.
Fransızlar acaba ne zaman Olgun olmuşlardır?
Suriyeliler mükemmelen medeni iken acaba Fransızlar ne vaziyette idi? Daha birçok meselelerimiz vardır.
Fakat ve maalesef bunların ortaya konulması için Kuvvet lazımdır. Suriyelilerin ellerini kollarını bağlamışlar.
Çözünüz onları, Koparınız o bağları!
Bu, NAMUS meselesidir.
Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım.
Mesele, Suriye ile aramızda kalınca bin bir dostluk yolları ile uyuşuruz. Hatta Suriye Başvekili ile benim aramda kalsa daha çabuk olur.
Bunu yapacağım.
Fransızlara veremem.
Açık söylüyorum.
Eğer Ekselans yarın Suriye’ye ve Şam’a dönerlerse lütfen benim bütün Suriyelilere ve bütün dostlarımıza selamımı söylesinler ve açık olarak desinler ki,
Ben ve hükûmetim sizin TAM BAĞIMSIZLIĞINIZI istiyoruz.
Eğer Fransızlar engel olursa Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır.
Ona da kefilim.
Suriyelilerin Ordusu yoktur.
Fakat bizim Ordumuz kâfi.
Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım.
Temenni ederim ki,
Buna mecbur olmayalım.
Katiyen bırakamam.
Suriye’yi terk etmek istemiyorlar.
Fakat terk edeceklerdir.
Bir kere tutununuz, Ordu yapınız.
KORKMAYINIZ.
Bir şey yapamazlar.
Kuvvet kullanmaz iseniz her şey yaparlar.”
(Atatürk’ün Bütün Eserleri, 30/120-122)
İşte Amerikalı yazarın atıf yaptığı bu yaklaşım,
Bu sezgi,
Bu feraset ve bu ufuktur.
Mustafa Kemal ufkudur bu.
Bugün yapılansa,
Atatürk’ün tespit ve temennisinin tam aksi bir niyet ve amaçla Suriye’ye girmek…
Yani emperyalist Batı’ya rağmen,
Suriye halkına yardım için değil, “EMPERYALİZME” hizmet için girmek…
Fark da ibret de dehşet de burada…
ALLAH, Suriye halkının yardımcısı olsun!
Yurt Gazetesi-30.Mart.2012
Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk”
(*)Alıntı
Saygılarımla Dikkatinize Sunuyorum.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
13.Nisan.2012 Şanlıurfa