Av. İzzet Doğan
2 Aralık 2021
Çocukluğumun unutamadığım gizemli bir yaz gecesiydi. El ayak çekilmiş, kentin sokakları boşalmış, insanlar günün yorgunluğunu gidermek için uykuya dalmaya hazırlanıyorlardı.
Gökyüzünde yıldızlar sanki azalmış, rüzgâr dinmişti. Urfa her zamanki gibi sıcak bir yaz gecesinin karanlığına ve sessizliğine gömülmüştü. O gece
Ben yatağımdaydım ve gözlerim geceyle vedalaşmak üzeriydi.
Hiç beklenmedik, hiç umulmayan bir anda bir silah sesi, yırtıyor gecenin o derin sessizliğini. O silah bir daha bir daha patlıyor ve bir şarjör bitinceye kadar gecenin sessizliğini bir kez daha yırtıyor.
O silah sesi sanki binlerce yıllık kentin, eski taş evlerinin hepsinin hemen önünde patlamış gibi.
İnsanlar önce yataklarından fırlıyor bir süre evin içinde endişeli, telaşlı korkulu bekliyorlar. Sonra yavaş yavaş perdeler indiriliyor, kapılar aralanıyor, sokaklarda belli belirsiz bir hareketlilik, fısıldaşmalar başlıyor.
Acı haber tez duyuluyor. Soluk sokak lambalarının altında herkes duyduklarını biri birlerine sessizce iletiyor. Henüz şafak sökmeden kent uyanıyor. Giderek evlerin ışıkları bir bir yanıyor.
Tanrı kimseye göstermesin ama bir eve bir ateş düşmüş, gece belki uykuda belki uyumak üzere hazırlanan kentin Belediye Başkanı kendi evinde, kendi ailesinin gözleri önünde öldürülüyor.
Düşünüyorum o gece yıldızlar bu nedenle mi daha soluk, daha seyrek ve gece çığlıklardan uzak bir sessizlik, sokaklar olmaz bir tenhalık içindeydi.
O gece binlerce yıllık kentin tüm insanlarını sokaklara döken ve sonraki günlerde de kentin en önemli tek konuşulan olayı: Urfa’nın Kurtuluş Savaşında kahramanlık gösteren Arap Reşo adlı yiğit ve mert olarak tanınan bir insanın oğlu Mehmet’in kentin Belediye Başkanı ve yanılmıyorsam aynı zamanda Demokrat Parti İl Başkanı olan kişiyi öldürmesiydi.
Mehmet’in babası Arap Reşo Mehmet’in gözleri önünde öldürülmüştü. Mehmet de babasının intikamı için 7-8 kişiyi öldürür. Babası sevildiği ve kendisi de babasının intikamını aldığı için halk tarafından korunur uzun süre yakalanmaz. O yaz gecesi sessizliği yırtan silah sesleri ise farklı bir olaydır. Doğru veya yanlış bilemem yazar Yaşar Duru: “Arap Reşonun Oğlu Memed” başlıklı yazıda o geceki olay şöyle anlatıyor:
“1957’de, günlerden bir gün, unvanını ve servetini riske atarak kendisini doktora götürüp tedavi ettiren Urfa Belediye Başkanı Hacı Tevfik’in canına kıyar ki bu olay Memed içinde sonun başlangıcı olur.
Güvenlik güçleri, dönemin Urfa Valisi Kadri Eroğan’ın yönlendirmesi ile aramaları sıklaştırır. Belediye Başkanı Hacı Tevfik Saraç’ı sebepsiz yere katleden Mehmed’in yerini bildirenlere ödül vaad edilir.
Nihayet bir gün; bir mağarada kıstırılır Memed. Çatışmaya girilmeden yakalanır ve hiç hoş olmayan bir şekilde elleri-kolları zincirlenerek Vali Eroğan’ın bindiği atın arkasında yürütülerek şehir merkezine getirilir. Hiç de hukuki ve insani bulmadığımız bir şekilde; Vilayet binasının merdiven sahanlığına çıkarılarak halka teşhir edilir”
(Karpuz şapkalı ve kamçılı Vali, Reşo’nun oğlu Mehmet’i hukuku çiğneyerek bindiği atın arkasına iple bağlayıp kilometrelerce yürüterek kente getirdikten sonra vilayet binasının sahanlığında halka teşhir etmiş ve yuh çektirerek hukuku ihlal etmişti)
Bu olayı da anlatan Doç.Dr.Mahmut Tezcan’ın “KAN DAVALARI” ADLI Ankara Üniversitesi Eğitim Yayınlarından çıkan internette de bulunan bilimsel incelemesini okumanızı tavsiye ederim.
O gizemli geceyi yaşayan çocuktum ben. Ancak; yoldan geçerken sonradan idam edilen Mehmet’i, il binasının önünde halka teşhir edip yuh çektiren Vali Kadri Erdoğan’ı ve o tabloyu hiç unutamadım. Vali Eroğan’ın dizlerine kadar uzanan körüklü çizme ve golf pantolon giyerdi. Gömleğinin üst düğmeleri açık ve elinde de kamçı başında karpuz şapka ile halkın karşısına çıkardı.
Çocukluğumdan kalan anılardan biri de Urfa’nın o zamanlar tek caddesindeki evlerin yıkılmış ön cepheleri idi. Bu evlerin sahipleri kamulaştırma yapılmadan yıkıldığı ve kentin mimari dokusunun değiştirildiği nedeniyle yıkılmış bulunan evlerinin ön cephelerini yıllarca yaptırmadılar.
Mehmet’in saklandığı mağaraya güvenlik güçleri ile giden Vali Eroğan’ın bindiği atın arkasına; bitik, güçsüz ve elleri zincirli Mehmet’i iple bağlayarak sürükleyen ve halka yuh çektiren vali sonradan Urfa’nın “Babo’su” sıfatı ile milletvekili seçilmişti. O tarihteki yasalara göre Mehmet haklı olarak idam edilmişti. Fakat bu olayları aydınlatmak için birçok masun insana çok ağır işkenceler yapmak yasal değildi.
Yeri gelmişken bir çocukluk anımı daha anlatayım. Urfa’da Yıldız meydanında halkevlerinden yetişen ve halk tarafından sevilen Mustafa Dişli adlı tanınmış bir kişi bir partinin seçim konuşmasında:
“Ben babamdan başkasına babo demem” diye dinleyicilere sesleniyordu.
YTP de 1965 seçimlerine giden süreçte boş durmamış, Tarım Bakanı Turhan Kapanlı ve milletvekili adayı Celal Öncel bine yakın vatandaşa hitaben miting düzenlemiştir. Celal Öncel konuşmasında özellikle AP’nin adayı Kadri Eroğan’a çatmış ve onun Urfa’ya zarar verdiğini iddia etmiştir. Turhan Kapanlı ise Toprak Reformu’nun yeniden ele alınacağını açıklamıştır (Demokrat Türkiye Gazetesi, 1965:1, 4). Yukarıdaki bilgi Sosyal Bilimler Dergisinde, Artuk Üniversitesinde görevli Orhan Kutluay’ın “Urfa’da Siyasi Partiler, Hayat ve Genel seçimler adlı makalesinde yer almaktadır.
Vali Eroğan sonradan milletvekili olmuştu. Erdal Şafak 3 Mayıs 2005 günlü Sabah Gazetesindeki köşe yazısında şöyle yazıyor:
“1961 Meclisi’nde Adalet Partili bir eski Şanlıurfa Valisi vardı: Kadri Erdoğan. Bu zat Anayasa Komisyonu’nda, İnönü Hükümeti’nin sevk ettiği Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşuna dair tasarıya gerek olmadığını, zira ‘egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması ilkesinin egemenliğin Meclis’e ait olduğu anlamına geldiğini’ ileri sürüyor ve bu mahkemenin Meclis’in egemenliğini sınırlayacağını söylüyordu! Bir de önerisi vardı: Bütün senatör ve milletvekilleri ön avluda Meclis binasının dibine dizilsinler ve hep birlikte Meclis’in duvarına işesinler! Bu zata göre parlamenterlerimiz bu suretle her şeyi yapma hakkına sahip bulunduklarını herkese göstermiş olacaklardı. Tam o sırada Anayasa Komisyonu’nda merhum Emin Paksüt’ün davudi sesi duyuldu: Evet ama Kadri’ciğim, elde makas bekleyenler var.”( Erdal şafak. sabah 3 mayıs 2005 sistemin sigortası)
Çocukluğumda gördüğüm o vali milletvekili olunca ben de büyümüştüm ve basını izlemeye başlamıştım. Bu kez o vali-milletvekilimizi basında “millet plan değil, pilav istiyor” sözleriyle tüm Türkiye gibi ben de tanıdım.
Bu konuyu da Urfa için Hizmet gazetesinde 27 Aralık 2006 günlü yazısında İbrahim Halil Okuyan şöyle dile getirmişti:
“1950 li yıllardaki Başbakanımız merhum Adnan Menderes Londra’daki uçak kazasından kurtulunca zamanın Urfa Valisi merhum Kadri Eroğan, Urfa’dan iki deveyi yükleyerek Ankara’ya götürmüş, Menderesin dönüşünde kurban etmişti. Sonraki yıllarda Valimiz Urfa Milletvekili olunca Mecliste ilk 5 yıllık Plân görüşmelerinde “Millet Plân değil, pilâv istiyor…” şeklinde bir cümle kullanmış, kendisini tanıyan bir kısım mebuslar da; “Sade mi, deve etli mi?”… diye lâf atmışlardı.”
Sonradan ben de hukuk okuyunca hukuk mezunu bir Valinin uygulamaları ve zihniyetinin küçüklük anılarımda nasıl kötü bir sayfa olarak kaldığını daha bilinçli olarak değerlendirdim