İbrahim Halil Okuyan
9 Mart 2006
BıZ KıMıZ?
Avrupa Birliğine giriş sürecindeki bir kısım aşağılanmalar, sosyal ve ekonomik hayatımıza tesir eden bir kısım istatistikler ve Diyarbakır’a kadar gelebilen bir kısım saygısız yabancıların tavırları bazan bizi bizden alır gibi oluyor. Bilhassa gençlerimiz bu gibi menfi tavırlardan etkileniyorlar.
Halbuki Türk milleti tarihe yön vermiş, medeniyetler kurmuş bir millet. Dünya bize imrenirken bizim zillet içinde yaşamamız doğru olmaz. Osmanlının 700.Kuruluş yıldönümü vesilesiyle 23.2.1999 tarihli Türkiye Gazetesinde Gürbüz Azak’ın kaleme aldığı “Biz Kimiz?” başlıklı yazıyı gençlerimizin kendilerini ve ecdatlarımızı biraz daha iyi tanımaları maksadıyla hatırlatmayı uygun bulduk. Aynı zamanda bir anı olsun.
“Sigara Kızılderililerin, puro ıspanyolların, kâğıt Çinlilerin, matbaa Almanların buluşu. Karyola Orta Doğu’dan, yorgan ile pijama Hindistan’dan, elbise Orta Asya’dan gelme. Kravat Hırvatların, sabun Gaul’lerin, ayakkabı Mısırlıların eseri. şemsiye ilk Güney Asya’da şapka Asya bozkırlarında, bozuk para Lidya’da, yemek tabakları Çin’de kullanıldı. Çatal ıtalyanlarda, kaşık eski Roma’da, şeker gene Hindistan’da ortaya çıktı. (deniyor.)
Bu iftihar listesinde biz yok muyuz? Varız elbet. Bir kere atı ehlileştirip yeryüzüne hız fikrini hediye eden Türklerdir. Çelik de bizlerin buluşu. Eğer… Bu iki yenilik, yani hız fikri ile çelik ortaya çıkmasaydı insanlık ne gemi yapabilir, ne uzaya çıkabilirdi. Sakın kendinizi ve kültürünüzü yabana atmayın!
Halı da Türk’ün, Türk kadınlarının insanlığa, sanata ve estetiğe armağanıdır… Tıb dünyasının baş âlimi, “Avicenna” imzalı kitapları hâlâ Batı fakültelerinde okutulan ıbni Sîna yeri doldurulmaz dedelerimizden.
O yüzden… “Biz de kimiz, dünyaya ne ekledik ki?” deyip duran zavallı ve hasta kafalara itibar etmeyiniz! Kendi içimizdeki menfilerin hezeyanlarını câhilliklerine veriniz. Ve dik yürüyünüz. 1999, Osmanlı ımparatorluğu’nun 700.üncü kuruluş yılı. Bu sebeple Osmanlı’nın haşmetini bir daha ve tekrar tekrar hatırlamakta yarar var. Sadece (Urfa) Birecik tersanelerinde yılda 300 gemi yapılıyordu. Bayramı ve tatil günlerini çıkarın, bu her gün bir gemiyi suya indirmek demektir.
ınanılmaz bir gerçeğe buyurun: Akdeniz’de çarpışıp durduğumuz Venedikliler, Cenevizliler, Malta şovalyeleri, o koca kalyonları, devâsa tekneleri kimden alıyordu? Cevap: Bizlerden.
ınsanın kendi medeniyetini küçümsemesi için ya kasıtlı ya da ayıplanacak kadar bilgisiz olması gerek. Bazı yazar çizer takımı işte bu derekelerde zıplayıp duruyor. Gerçi deryâ içerdirler ama deryâyı bilmiyorlar.
Sıkı durun! Çocukları gezdirme vakıfları, çocuklara her hafta meyve yediren vakıflar sadece bizde vardı. Hizmetçinin kırdığı eşyayı tazmin eden, dağdaki aç kurtları doyuran vakıflar da bizim güzelliklerimiz. Dünyada bir eşi yok. Var diyenler yalandadır. Çiçeği dillendiren seviye de bizdendir. Penceredeki sarı çiçekli saksı, “Bu evde hasta var.” demekti. Kırmızı karanfiller, o hânede gelinlik çağda kızlar olduğuna işâretti. O sokaktan usulca, küfürsüz, gürültüsüz geçilirdi. Gözünüz medeniyet görsün!
Ama bu dev bulutlu, gökkuşağı sıcaklığında nükteler yazık ki bilinmiyor. Osmanlı’nın o kadar uzağındayız ki, 700’üncü yılda eller ayaklar birbirine dolanıyor. Kutlayamıyoruz bile. Kutlar gibi yapıyoruz.”