Konuk Yazar
31 Ağustos 2018
Kemal Siyahhan
Trajikomik mi desem ya da adını koyamayıp sadece başımı öne mi eğmeliyim bilemedim. Tekstil fabrikalarımızın sahiplerinden biriyle ayaküstü sohbet ettik. “Yahu azizim tekstilde dünyada söz sahibiyiz ve önemli gelir kaynaklarımızdan biridir tekstil. Petrol gibi dışa bağımlılığı da yok ama dövizle beraber orantılı zam yapılıyor bu doğru mu?”
Acı acı güldü işadamı! “Kumaşı, perdeyi, tülü dokuyan makineler dışarıdan uzun vadeli dövizle borçlanarak geliyor, kullandığımız ip, ipe renk veren boya dışarıdan geliyor, biz sadece hamallığını yapıp satışın ancak % 15-20’si bizim! Makina, ip ve boya paralarını yıllarca çalışarak toparlayıp tepsiyle batıya sunuyoruz. Beş on sene sonra moda değişince aldığımız makineler demir yığınına dönüyor, tekrar yeniden yeni makinaları borçlanarak alıp yıllarca parasını çıkarmak için köle gibi çalışıp duruyoruz.!”
Bu konuşmalardan sonra aklıma gelen sorular şunlar.
1.Kimya mühendisi mezunu veren üniversitelerin hocalararı ne iş yapar? Sadece kamyon kamyon mezun üretmek midir hizmet? Kimyasal boyaların bu topraklarda da üretilebileceğinin formüllerini araştırıp ortaya koyabildiler mi? İş adamlarımız bu konuda araştırmalara dayalı kimya fakültelerinin kapılarını çaldı mı? Devlet iki tarafı da zorlayarak bu konuda yerli üretime önayak oldu mu?
2. Pamuk ve polyester ip üretmekten aciz miyiz, toprağımızda pamuk yetiştiremiyor muyuz? Tekstil mühendisleri, fakültelerde ne öğreniyorlar? Bu anlamda eğitim veren fakültelerin hocaları ithalatın önüne geçebilecek kaliteli ip üretmenin formüllerini bu güne kadar neden ortaya koyamadılar? Bu hocalar bu güne kadar TÜBİTAK’la koordineli bir çalışma içine girdiler mi? Yoksa akşam olsa da yatsak, bir an önce emekli olsak diye mi bekliyorlar?
3. Dokuma makinalarını üretmek için teknoloji, imkan, mühendislik ve kafa gerekiyor. Bu konuda çok geç kaldığımız ortada, üniversitelerde mühendisliklikler nal mı topluyor? İmkanlı ve donanımlı eğitim veren üniversitelerden mezun olanlar da çareyi kaçmakta mı buluyorlar? Cumhurriyet kurulduğundan bu yana uyumuş ve uyuşmuşuz. O denli boş uğraşılarımız olmuş ki çoğu zaman beynimiz dumura uğramış, sonrası mı?
Özetle; Tembellik içimize işlemiş, borçlanarak hazır almaya alışmışız