Konuk Yazar
24 Kasım 2017
Tarzı ilk başta Sabahattin Ali’yi andırır ama sonra tamamen kendine özgü hale gelmiştir. Almanya’yı anlattığı kitabında da, köyü anlattığı kitaplarında da “gerçeklik” o kadar iyi yansıtılır ki, bunda her iki coğrafyadaki “insan hamuru”nun aynı olmasının da etkisi vardır kuşkusuz.
MUSTAFA K. ERDEMOL
8 Ağustos 1998’de kaybetmiştik Urfalı Bekir Yıldız’ı. Yani bu hafta onun öldüğü hafta. İnanılmaz bir sessizlik var. Bekir ağabey hakkında şöyle dişe dokunur, onu hakkıyla anlatan bir yazı, eserleri hakkında bir değerlendirme okumuş değiliz. Varsa da kaçırmışsam, yazan(lar)dan peşinen özür dilerim.
Ama kabul edilsin, pek bir sessiz geçiştiriliyor edebiyatımızın bu büyük ama o ölçüde mütevazı “yıldızı”nın ölüm yıldönümü. Bekir ağabey şimdilerde neredeyse unutulan, artık pek kimsenin kullanmadığı bir tanım olan “toplumcu gerçekçi” sıfatıyla tanımlanan bir yazardı. Tabii bu tanımlamadan memnundu Bekir ağabey ama YAZKO’ya gelişlerinde bizimle yaptığı sohbetlerde “sosyalist bir yazar” olduğunun altını ısrarla çizerdi. Bekir ağabey gibi yazarların gözünde “toplumcu gerçekçi” ifadesi adeta sosyalist olmayı gizleyen bir kılıf gibiydi çünkü. O nedenle sosyalist olduklarının bilinmesi onlar için önemliydi.
Edebiyat dünyasına girişi dört yılını geçirdiği Almanya’daki Türkiyeli işçileri anlattığı kitabıyla olmuştur ama bu kitap büyük bir hayal kırıklığıdır Bekir ağabey için. Bir çok söyleşisinde dile getirmiştir bunu. Bize de anlatmıştı; “kapış kapış gidecek sandım” diye.
Ama çıkışı Reşo Ağa iledir. Bekir Yıldız “gerçeği” bu kitapla çıkar ortaya. Öyle bir ses getirir ki Mahmut Makal’la başlayan Köy Edebiyatı’nda Bekir Yıldız köy sorununu anlatan en yetkin yazar konumuna yükselir. Tabii, Yıldız’da “edebi değer” olmadığını iddia edenler de eksik olmaz. Köy Edebiyatı’nın bir “edebiyat” olmadığını söyleyenler de. Bekir Yıldız’ın modasının uzun sürmeyeceğini dile getirenler de elbette vardır.
Oysa bugün bile “modası” geçmiş değildir Bekir ağabeyin. Tarzı ilk başta Sabahattin Ali’yi andırır ama sonra tamamen kendine özgü hale gelmiştir. Almanya’yı anlattığı kitabında da, köyü anlattığı kitaplarında da “gerçeklik” o kadar iyi yansıtılır ki, bunda her iki coğrafyadaki “insan hamuru”nun aynı olmasının da etkisi vardır kuşkusuz. Reşo Ağa ile başlayan başarıda etkili olan neydi peki? Şu olmalı (kendisi de söylerdi): Edebiyatımızda Doğu Anadolu da, İç Anadolu da bolca anlatılmıştır ama Güneydoğu Anadolu’yu anlatan ilk odur. O kadar çarpıcıdır ki anlattıkları sarsılmamak olanaksızdır.
Ben Bekir ağabeyi Reşo Ağa ile değil, okuduğumda etkisinden uzun zaman kurtulamadığım Kaçakçı Şahan kitabı ile tanıdım. On üç yaşındaydım. Alt üst oldum. Okuduklarımın birer “hikaye” değil yaşanmışlık olduğunu yıllar sonra o yörelerde bulunma fırsatına kavuştuğumda anladım. Anadolu’nun baştan başa bir trajedi coğrafyası olduğunu bana öğreten bu kitaptır. Bekir ağabeyden okumuştum ilk. Çocuk olmanın, kaçakçı olmanın, kadın olmanın, Kürt olmanın ne anlama geldiğini Kaçakçı Şahan’dan öğrendim. Fark ettiğim bir özelliği de şuydu Bekir ağabeyin; öykülerinde şive çok azdı. Anlatım o kadar sade idi ki, içinde kaybolup, kendinizi öykünün geçtiği mekanda buluveriyordunuz kolayca.
Ben onu (ona çok yakışan) upuzun lacivert paltosu üzerinde, omuzuna asılı çantası, başında yana yatmış şapkasıyla YAZKO’da ya Erol ağabeyin (Toy) ya da Adnan ağabeyin (Özyalçıner) yanındayken görürdüm. Nedense bir kış mevsimi olarak yer etmiş aklımda. Oysa her zaman görürdüm. YAZKO Edebiyat’ın sorumlusu Adnan ağabey bana, Bekir ağabeyle “yazarın telif sorunu” konulu bir söyleşi yapmamı istemişti. Yıllar geçti, ne konuştuk anımsamıyorum ama Bekir ağabey öfkeliydi haklı olarak. Yayınevlerinin yazarları nasıl sömürdüğünden, haklarının nasıl yendiğinden, buna karşı ne yapılması gerektiğinden söz etti uzun uzun.
Evlilik kurumunu anlattığı kitabı…
Oysa o sıralar onunla, yayınlandığında kıyamet koparan Halkalı Köle adlı romanı için söyleşi yapmak isterdim. Bekir ağabeyi fena hırpalamışlardı bu kitabı yüzünden. Kendi evlilikleri dahil, evlilik kurumunu anlattığı, erkeklerin ezildiği sonucuna vardığı bir kitaptı bu. Oysa sadece bu kitaptan yola çıkarak kadınların haklarını çiğneyen, erkekleri haklı bulan biri olarak değerlendirmek doğru değildi Bekir ağabeyi. Tüm yaşamı boyunca kadın erkek eşitliği, kadının özgürlüğü için mücadele vermiş biri olarak zaman zaman erkeklerin de hırpalandığı evlilik kurumunu ele almıştı Halkalı Köle’de. Tepkiler büyük olmuştu.
Anadolu gerçeğini anlatmadaki ustalığı “modern toplumun” kurumlarını değerlendirmede o toplumun kodlarına çarpmıştı. Kara Vagon, Urfa yöresindeki kadınların çileli yaşamlarını anlattığı olağanüstü güzel hikayelerle doludur. Ödül de aldı bu kitap. Bu kitaptaki Bedrana adlı öykü filme de çekildi. Öyle ki Çekoslovakya’da Karlovy Vary Uluslararası Film Şenliği’nde 1974 CIDALC Ödülü’nü de kazandı. Aynı filmin, aynı yıl Antalya Film Festivali’nde Gümüş Portakal Ödülü’nü aldığını da ekleyeyim.
Kara çarşaflı gelin
Kara Çarşaflı Gelin var bir de. Bu da Bekir ağabeyin unutulmaz öykülerindendir. Vedat Türkali Kara Çarşaflı Gelin’i senaryolaştırmış, çekilen film 14. Antalya Film Festivali’nde “En İyi Film Ödülü”nü almıştı. Bu yüzden diyorum, Halkalı Köle’den yola çıkıp Bekir ağabeyi kadın ya da kadın hakları karşıtı gibi göstermek büyük günah olur.
Ülkemden ayrı düştüğüm süre boyunca tabii ki birçok sevdiğim insan gibi Bekir ağabeyi de göremedim. Silivri’de kalp krizinden öldüğünü duyduğumda çok uzaklardaydım.
İyi, güzel, temiz bir insan, namuslu bir yazardı. Ölünceye kadar kalemi elinden bırakmadığını tahmin ediyorum. Mutlu bir rastlantı sonucu Bekir ağabeyin kızı Vildan Yıldız Kraemer ile tanıştım. Babasının el yazısıyla tuttuğu kimi notları paylaştı benimle. Birinde şunlar yazıyor: “Sanatçının kafası; kepengi hiç indirilmeyen dükkana benzer. Bu nedenle emekliliği defin ruhsatıdır”. Bu yüzden diyorum, kalbi duruncaya kadar yazmıştır.
Gerçekten Bekir ağabeylerin sorunlarını anlattığı köylü toplumdan, “modern” topluma geçebildik mi? Bunun yanıtını içinde yaşadığımız ortamı gözlemleyebilen herkes verebilir. Moderniteden feodal ilişkilerin tasfiyesini anlayan biriyim. Feodalitenin tüm varlığıyla kentlere taşındığını görmediğini kimse iddia edemez. Dolayısıyla kentte otururken de Bekir ağabeyin kitaplarını okuyabilir kişi.
Kaldı ki Bekir ağabey köy edebiyatı yapmadı. Oyun, roman, çocuk kitapları yazdı, röportaj kitapları yayımladı. Hiç biri unutulur eserler değil. Sinemamızda bile Bekir Yıldız gerçeği vardır.
Şu sis dağılsın. Gökyüzüne baktığınızda “Yıldız’ı göreceksiniz.
Mutlaka.