Ömer Ayaydın
17 Ağustos 2016
Rus Fizyolog
Pavlov, tezlerinden yola çıkarak yaptığı deneyde köpeklerine yemek vermeden
önce bir zil çalıp yemeği verirmiş. Bunu bir çok kez tekrarlayınca köpekler
yemek öncesinde bir zil çalınacağı öğretisini kabul edip hayat felsefesi haline
getirmişlerdir. Pavlov bu deneyde köpekleri yemeğe şartlandırmayı hedeflemiş ve
zil çalındığı sırada yemeği görmeden köpeklerin salyalarının aktığını görünce
başarılı olduğunu anlamıştır. Bu mottoya Şartlı Refleks adı verilmektedir.
Köpekler
doğası gereği bir uyarıcı aracılığı ile zaten doğasında yer alan yemeği görmüş
gibi davranmaya başlamışlardır.
Aynı öğretiyi
unutturmak için zil çalıp yemek vermezseniz bir süre sonra bu da bir refleks
haline gelecek ve köpekler bu uyarıcıyı unutacaktır. Eğer devamlılığını sağlar arada
bir yemek vermeye devam ederseniz şartlı refleksi pekiştirmiş olursunuz ve
köpekler bu öğretiyle yaşamaya devam eder.
Hiçbir
köpek hiçbir hayvan ya da hiçbir canlı dünyaya böyle bir öğretiyle gelmez.
Sonradan öğretilebilen bu refleks insanların sınıflandırmasında etkin rol
oynamış ve günümüzde din eksenli gruplaşmalar dahası aynı din içerisinde
mezhepsel ayrılıklar biraz daha temelde aynı ailedeki bireyler bu reflekslere
sonradan sahip olurlar.
Yani dünyaya
Müslüman olarak gelmediğimiz için yaşarken Müslüman olmamız zamanla benzer
öğretilerle şartlandırılıp bir reflekse dönüşür ve sürdürülerek pekiştirilir.
Bu öğretiler de eğer pekiştirilmez ise zamanla söner ve unutulur.
Hikayeye
göre bir gün, Pavlov’un laboratuvarını sel basar ve köpeklerin bir kısmı suda
boğularak ölür. Kurtulan köpekler de bunu bir travma gibi günlerce korku ile
üzerlerinde taşılar psikolojik bir çöküntü yaşarlar. Sel basmasından birkaç gün
sonra laboratuvara gelen Pavlov köpeklerine çok üzülür ve yemek vermek için
köpeklerini zil sesi ile toplamak ister. Zil defalarca çalmasına rağmen
köpekler tepki vermemiştir. Bunu, teoride tasarlanmadığı için Pavlov şu sonuca
varır; Ağır travmalar Şartlı Refleksleri ortadan kaldırmaktadır. Gözlemlerden
sonra köpeklerin en doğal durumuna geri döndüğü anlamıştır. Yani aynı
refleksleri tekrar oluşturmak için aynı yönergeleri tekrar uygulamak zorunda
olduğunu anlamıştır.
Ülkemizde her
zaman ifade edilen bazı söylemler insanlarda bir refleks oluşturmaktadır.
Türkiye’de son 20 yıldır darbe girişimlerinin yaşanması, darbe söylemlerinin
artması hatta darbe girişiminden sonra bile bir darbe daha olabilir
söylentileri toplumda bir toplumsal refleks oluşturmuştur. Periyodik
aralıklarla “Terörle mücadelede yeni dönem” , “Falan ülkeyle terörle mücadelede
iş birliği” gibi ifadeler bize dikte edilir ancak terörle mücadele her zaman
aynı eksende ilerler. O falan ülkeler yine terörle mücadelede iş birliği olmaz
ve bu savaş hep böyle devam eder. Arada bir farklı söylemler kullanılarak
öğretiler şekil değiştirir ama toplumda oluşturulan şartlı refleks
pekiştirilerek devam eder. Aynı durum diğer politikalarda da görülebilir.
Siyonizm
gibi Emperyalist devlet yapılarının dünyanın yeniden dizayn edildiği bu
tarihlerde toplum psikolojisine yöneten bilimi çok iyi kullanarak bizim gibi
toplumlarda algı projeleri yürütüyorlar.
Oluşturulan
refleksin akabinde temel güvenlik duygusunda bir zaafiyet hisseden toplum
yapısı meydana gelir ve hep bir endişeyle geleceğe güvenle bakmamız engellenir.
Yani ne zaman yemek yiyeceğimiz onların ellerindeki zile bağlıdır.
Ancak
toplum psikolojilerine algı operasyonları yapılırken bazı toplumların gen
yapıları ve DNA ‘larında bulunan bilgilerin pas geçildiği anlaşılmaktadır. Bu
sebeple operasyonların Pavlov’un laboratuvarındaki sel felaketi olayı gibi
toplumu doğal yapısına dönebileceği hesaplanmamıştır.
Tıpkı 15
Temmuz 2016 darbe girişimi gibi. Her kim ya da kimler hangi zihniyetle bu
korkunç planı yapmış bilinmez ama varılan sonuç yıllardır toplumuzda oluşan
şartlı Refleksi ortadan kaldırmış bir travma olarak tarihe geçmiştir.
Pavlov’un
hikayesinde olduğu gibi, ağır travmalar bizim de Şartlı Refleksimizi unutturup
milli duygularımız ile ön plana çıkmamızı ve milletin tıpkı Çanakkale zaferi ya
da Kurtuluş savaşındaki gibi tek yürek olmamızı sağlıyor.
Osmanlı
Devletinin son günlerindeki tabloyu kafanızda canlandırmaya çalışın. Doğuda
Ermeniler içeri girmiş, güneyde Fransızlar, batıda Yunanlar, kuzeyde Rumlar
orta Anadolu’da İngilizler hakimiyet sağlamış Filistin ve Suriye cepheleri
çökmüş, Osmanlı teslim olmuş ordular teslim edilmiş. İstanbul’da yeni bir
hükümet kurulmuş hatta İstanbul’dan Samsun’a gitmek için subaylardan
(Atatürk’ten dahil) İngiliz pasaportu çıkartmaları istenmiş. Yani ülkenin her
bir toprağı bölüşülmüş ve artık emperyalist ülkeler kazanmıştır(!)Mondros
Anlaşmasının 7. Maddesini bozmamız için Samsun ve Trabzon’da Türk halkına
saldıran Pontosçu Rumlar’ın yaptığı sinsi planını duyan Atatürk’ün “Ya İstiklal
Ya Ölüm!” parolasıyla düşman saldırılarının halk tarafından protesto edilmesini
istemesiyle Kurtuluş Savaşı başlatılmıştır. Bu bir travmanın hemen sonrasında
yaşanan toplumsal özüne dönmesi eyleminin ilk hareketidir. Toplum yaşadığı
travmayı üzerinden tıp doğasına dönmüş bu protestolar müthiş birliktelik
oluşturmuş ve zaferle sonuçlanmıştır. Bu vesileyle il kurşunu sıkan Osman
Nevres (Hasan Tahsin) 15 Temmuzda ilk kurşunu sıkan Ömer Halisdemir ile aynı
DNA ‘nın bir parçası olduğunu kanıtlayabilir.
İlk kurlun ve onun felsefesinin anlaşılması için https://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_Tahsin linkini
okumanızı tavsiye eder bu ülke milletine operasyon çekmek isteyen bütün
düşmanlara anlatılması gerektiğini düşünüyorum.
Konu
bayrak, millet ve hürriyet olduğunda neler olabileceğini bir kez daha
pekiştirdiğimizi gören düşmanlar Atatürk’ün bu sözünü de iyice analiz
etmelidirler.
“Korku
üzerine hâkimiyet bina edilemez. Toplara istinad eden hâkimiyet pâyidar olmaz.
Böyle bir hâkimiyet ve diktatörlük ancak ihtilâl zuhurunda muvakkat bir zaman
için lâzım olur.” Mart 1930
Tam da
bu noktada özgürlüğün en güzel tanımlarından birini yeri gelmişken paylaşmak
isterim.
Senin
yumruk atma özgürlüğün, benim burnumun başladığı yerde biter.
Konu milletin özgürlüğü olunca
Hakimiyeti de millet üstlenir.