Cüneyt Gökçe
25 Aralık 2015
İbadet,
sadece Yüce Allah’ın emrettiği namaz, oruç ve hac gibi hususlardan ibaret
olmadığı bilinmesi gereken önemli bir noktadır.
Başka
bir deyimle, Cenab-ı Hakk’ın rıza ve hoşnutluğuna uygun düşen her şey ibadet
olarak kabul edilir.
Yüce
Allah’ın rızasıyla örtüşen her iş, hareket, eylem, tavır, davranış ve niyet
birer ibadet çeşididir. Yani, namaz, oruç, hac ve zekât gibi ödevleri yerine
getirmek ibadet sayıldığı gibi; içki, kumar, zina, faiz ve rüşvet gibi Yüce
Allah’ın yasakladığı hususlardan –O’nun rızası için– uzak durmak da ibadetin ta
kendisidir. Hatta bir takım sıkıntılara göğüs germek bile ibadetin bir çeşidi
kabul edilir.
Ancak
bu noktada, sayılan ibadet çeşitlerinde takas mantığının geçersizliğini
vurgulamak gerekir. Yani, her ibadet çeşidi kendi şart ve standartları
içerisinde değerlendirilmesi gerekir. ıbadet olarak saydığımız herhangi bir
iyiliğin, –örneğin– farz orucun yerine ikame edilmesi düşünüle-mez. Her
alandaki sorumluluk o noktada caridir ve cari olmaya devam edecektir.
Elbette
ki, yapılması ‘gerekli olan’ farz yükümlülükler ile; yapılması ‘hoş karşılanan’
gönüllü vazifeler, mertebe ve derece bakımından birbirinden farklıdır. Ancak
hiçbir alanda değiş-tokuş yöntemine başvurulmaması gerekir.
Yaptığımız
hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağı ve mutlaka mükâfatlandırılacağı
bilgisinin yanı sıra; kendi keyfimiz doğrultusunda bazı ibadetleri diğerleri
ile değiştirme ya da birini diğerinin yerine ikame etme cihetine
başvuramayacağımızın da bilinmesi zorunludur.
Yüzlerce
fakiri doyurma erdemliğini yaşayan şefkatli ve varlıklı insanın, –örneğin–
borcu olan hac vazifesinden kurtulabileceğini düşünmesi elbette yanlıştır.
Hiç
kuşkusuz ılahi rıza doğrultusunda sergilediği o güzelim tavrın mükâfatını
alacaktır; ancak bu, onun borcundan muaf tutulması anlamına gelmez.
Kâinatta
yer alan canlı-cansız bütün varlıların arasında insanın çok özgün bir yere
sahip olduğu bilinen bir husustur. Hiç kuşkusuz, insanda kendi dışındaki bütün
varlıkların özellik ve kabiliyetleri bulunduğu gibi; cansız, bitki ve
hayvanların sahip olmadıkları akıl, fikir, kalb ve şuur gibi çok özel ve çok
değerli nimetlerle de donatılmıştır.
Görünen
ve görünmeyen pek çok varlık ve âlem, insanın hizmetine sunulmuştur. ınsan,
kâinattan maddi olarak yararlandırıldığı gibi manevi cihazlarla da takviye
edilmiş ve duygu yüklü bir özelliğe büründürülmüştür.
Anlatılan
pencereden bakıldığında insana çok değer verildiği anlaşılmaktadır. Bu
bakımdan, insanın temel görevi Yaratıcısını tanımak ve verdiği ödevleri yerine
getirmektir.
Bilinçli
hareket eden insan, halis bir niyet ve güzel bir bakış ile günlük rutin
davranışlarını ibadete çevirebilir.
‘Ben
bu toplumun bir bireyi, bu ailenin bir ferdi olarak sorumluluklarımı yerine
getirmek durumundayım; dolayısıyla her türlü üretkenliğim bu amaç içindir;
Yaratanımı da unutmamalı ve farzlarımı yerine getirmeliyim’ düşüncesiyle
hareket eden insanın bütün meşru koşuşturmaları bile ibadet olarak kaydedilir.
Ahiret
hayatının kazanıldığı ve ılahi isimlerin tecelli ettiği yer olması hasebiyle
dünyadaki yaşantı son derece önemlidir. Elbette, fani olan yönünün farkında
olarak dünya hayatının değerlendirilmesi gerekir. Bu yüzden halis bir niyet ve
güzel bir yaklaşım ile sıradan günlük uğraşlarımız ibadete dönüştürülebilir.
Şu
halde, çoluk çocuğun rızkını temin etmek bir ibadet olduğu gibi, topluma
yararlı olma niyetiyle üretken bir tavır sergilemek de ibadettir. Yeter ki, ilahi emirler yerine getirilsin ve yasak bölge olarak ilan edilen sınır ihlal
edilmesin.
Daha
bilinçli bir ibadet hayatına kavuşmamız dileğiyle…