Nejat Karagöz
5 Kasım 2015
2001
yılında “Milli İrade” söylemini bayraklaştırarak yola çıkan AKP, 1 Kasım
2015 tarihi itibariyle 5. Kez genel seçim kazanmış bulunuyor.
Evvel
emirde memlekete hayırlı olmasını ümit etmeli ve dilemeliyiz.
Türkiye’de yerleşik demokrasi anlayışı çoğulculuktan çok çoğunluk
esasına dayandığından, çok partili sisteme geçilen 1946’dan günümüze kadar
hemen hiçbir siyasi parti, muhalefetin ya da kendisine oy vermeyen seçmenin
görüş ve düşüncelerini dikkate almamış, sadece kendi bildiği yoldan gitmiştir.
Bu bağlamda Türkiye’yi önümüzdeki dört sene
parlamento çoğunluğunu elinde tutan, uzlaşma kültüründen beslenmemiş “milli
irade” den kendisine oy verenleri anlayan, muhalefeti adam yerine koymayan,
istediği her yasayı istediği zaman çıkaracak güçte – yargının çalışma alanı
daraltılmış, itiraz kanalları tıkanmış oluğundan- yargı erkini de
ciddiye/dikkate almayan bir iktidar ile karsı karşıyayız.
İktidarın bu
tutumunun yakın gelecekte çatışmaları tetikleyeceğini- bazı ilişkileri eliyle
de ‘yaratılmış bir terör algısı’ sayesinde en temel hak ve özgürlük taleplerine
savaş açmaktan kaçınmayacağını, özellikle muhalif medya üzerinde bir korku
imparatorluğu kuracağını; böylelikle korkutarak teslim aldığı seçmeni üzerinden
korkuyu eksik etmeyerek dikensiz bir gül bahçesi yaratma operasyonu yürütme
kararında oldukları açığa çıkmıştır.
Nitekim 7 Haziran’da alınan sandık
sonuçlarının hemen akabinde başlatılan “operasyonlar” bunun apaçık delilidir.
Kayyım atama adı
altında üzerine çöktükleri muhalif medyanın yönetimine atanan kimselerin AKP
tandanslı olmaları, medyanın geleceği hakkında önemli veriler içermektedir.
Çözüm süreci ile
ilgili olarak dillendirilen “Kandil ile birlikte HDP’yi de muhatap almama”
eğilimi ve kararı, hükümetin bu işe nereden baktığı ve nasıl bir çözümden söz
ettiği hakkında da fikir vermektedir.
Bu endişelere; ilkokullardan başlayarak
çağdaş ve bilimsel eğitim sisteminden (Zaten adam gibi bir eğitim sistemi
yokken) tamamen vazgeçileceğinden, bu ve buna benzer pek çok konuda AKP’nin
gizli (artık açığa çıkan) ajandasında bulunan ve toplumsal çok sesliliği,
çeşitliliği, hak ve özgürlük alanlarını, kısacası adam gibi yaşama kanallarının
tamamının tıkanacağının sinyallerini de eklemekte fayda var.
Bilhassa eğitim sistemi üzerinde oynanan kirli ve sinsi oyuna çok ama
çok dikkat etmemiz gerekecektir.
Çağdaş ve ileri ülkelerdeki eğitim sisteminin
insana ve geleceğe yaptığı yatırımın, bizde örtülü ödenekten har vurup harman
savrulan paralara bile erişemediği gerçeğini unutmamalıyız.
Meclis muhalefeti bu tehlikeli girişimleri
önlenemeye yetmeyecektir.
Buna karşı durmanın bu keyfiliği önlemenin yolu
şiddete başvurmak da olmayacaktır elbet.
Bu büyük bir ihtimalle meclisteki
muhalefetin toplumsal refleksleri yönetmesiyle pekâlâ önlenebilecektir.
Ve hemen ilk günden
başlayarak iktidarın hukuksuzluklarını geniş katılımlı halk hareketleriyle
protesto etmek, hukuk talep etmek ve fakat bunun için hiçbir bedelden
kaçınmamak gerekecektir.
Tam da koca Fuzuli’nin dediği gibi:
Derd çoh hemderd
yoh, düşmen kavi, tali’ zebun…