Konuk Yazar
5 Ağustos 2015
Normal
0
21
false
false
false
MicrosoftInternetExplorer4
Bir
komşumla tarihini tam olarak hatırlayamasam da yakın bir zamanda savaş
başlamadan Halep, Humus hatta zaman bulabilirsek Şam’a bile uzanmaya karar
vermiştik.
Vizeye
gerek olmadığını anladıktan sonra Hatay’a gidecek oradan da bir taksiyle
anlaşıp geziyi başlatacaktık.
Hatay’da
bir taksi durağını aradım meğerse dönüşte ucuz mazot ya da benzin getirecekleri
için geziyi çok ucuz fiyatlandırdı.
Gitme kararımızdan bir iki hafta sonra da
savaş patladı ve biz ne yazık ki gidemedik. Avrupa’nın birçok şehrini gezdim,
Paris, Amsterdam, Frankfurt, Barselona, Roma, Venedik, Floransa, Petersburg
gibi daha bir çoklarını. Ve gördüğüm şuydu, tarihi binalar, heykeller, muhteşem
mimarisi olan yapılar, kurallara uyan sanata edebiyata okumaya önem veren
insanlar.
Gördüklerimin
tarihini hesaplarsak en fazla iki yüz üç yüz yılı geçmeyen oluşumlardı.
Öylesine kıymet veriyorlardı ki neredeyse insandan daha çok önemsiyorlardı.
Kısa tarihi olan eserlere çivi çakmak bir yana onlara gözü gibi bakıyorlardı.
Hitler
Avrupa’ya savaş açarken Paris’i bombalamaya kıyamamış, diğer yandan 2 nci dünya
savaşında Petersburg’da Almanya’ya götürülmesin diye önce müzelerini korumuş ve
kendini siper etmiş insanlar.
Gelelim
Ortadoğu’ya ve bize, (Osman Hamdi’yi tenzih ederim) Avrupa önem veriyor öyleyse
yeraltından çıkan değerlidir ve para ediyor kültürüyle yıllardır kendini
kandırdı bütün bu coğrafya.
On
bin on iki bin yıllık tarihi varken ve her kazılan yerden paha biçilmez değeri
olan insan ruhunu uçuran eserlerin ne yazık ki bu coğrafyada yaşayan insanlar
kıymetini bilemedi.
Sürekli
didişme, birbirini anlamamaya çalışarak savaşmayı yeğledi.
İnsan
kalitesi ve anlayışını din aşiret ve dikta ekseninde tutarak gelişimini
engelleyerek kendi kendine yok etti.
Şimdi
buradan ne Esad’ı ne Saddam’ı ne de yarım yamalak güya çağdaş bizi
eleştirmeyeceğim.
İktidarda
kalmak adına insan gelişimi, dünya medeniyetlerinin ulaştığı seviye ve tarihe
duyulan saygıya dair anlayış görmezden gelindi hep.
Saddam
neden coğrafyandaki bütün insanların sorunlarına eğilip onları onlardan daha
çok düşündüğünü hissettirmedi?
Esad,
baban neden kendi ırkının dışındakilere bir kimliği bile çok gördü?
Urfa’ya
göçen insanların varlığı bile önemsizdi çünkü kimlikleri yoktu.
Irak’ta
Suriye’de olan sanat eserleri yok edilirken varlıklarından ancak haberdar
olabildik bunun suçlusu kim?
Yıllar yıllar önce yer altında bulunan her
nesne için ilk sorulan ne kadar ederdi.
Bütün
bu coğrafyada yaşayan tüm insanlar en uçtan en tepeye kadar oturup şapkalarını
öne koymak zorundadırlar.
Şiddeti
kendine yasaklayarak konuşabilmeli bu coğrafya insanı her şeyi masaya
yatırabilmeli.
Bu
çağda ne kimse resme ne heykele ne de bir binaya tapmıyor bunlar insan ruhunu
şiddetten uzak tutan yumuşatan görseller olarak görülmeli.
Her şeyi sil baştan masaya dökmedikten sonra
yazık olacak bu toprakların geçmişinden kalan her esere.
*
Sabahın
erken saatleri, işyeri girişinin tam karşısındaki masaya kurulmuş gazete okuyorum.
Kapının önüne kırık dökük bisikletli on iki on üç yaşlarında saçları kıvır
kıvır bir çocuk geliyor. Belli ki dilenciye benzer bir yanı yok. Usulca
bisiletini kenara çektikten sonra içeri giriyor. “Dede nerede?” diye
soruyor. Babamdan bahsediyor olmalı, genelde saat on bir on iki gibi gelir ve
oturduğum girişte kendini oyalar.
“Henüz gelmedi, neden sordun?” diye
karşı soruyu konduruyorum.
Yarım
yamalak Türkçesiyle “Hiç!” Diyor.
Yardım
ettiğini anladığımdan aynı şekilde onu boş göndermek istemiyorum, sorular da
soruyorum ona. “Suriyeli olmalısın, anne baban var mı?”
Düşünüyor arka arkaya sorularla neye
uğradığını şaşırıyor çocuk. Bir kaç ayda öğrendiği kelimelerle meramını
anlatmaya çalışıyor.
Cevaplar
bu kez beni darmaduman ediyor. Halepte dükkanları ve bunun yanısıra babasının
tarımsal arazileri varmış. Her şeylerini orada bırakıp kaçıp gelirken dedesi ve
ninesi o toprakları terk etmek istememiş ve onları bırakıp gelmişler.
Şimdi
de Esed’in bombaladığı Halep’te dedesi ve ninesi ölmüş babası da bunları burada
bırakıp tekrar Halepe gitmiş.
Başını
okşuyorum, çocuk şaşkın ben şaşkın, o çaresiz benim kafam darmaduman.
Ne
olacak bu çocuğun hali, eğitiminden uzak geleceğini öfkelerle besleme durumuna
girmiş bile.
Yanı
başımızdaki bu cehennem ateşi aslında bir şekilde her alana nüfuz etmiş, bu
ateşin yanıkları bir sonraki günlerde acılar yaşatacak tüm coğrafyaya.
Barış
gelmeli kayıtsız şartsız gelmeli, öldürmek yerine konuşulmalı ikna edilmeli,
acılar paylaşılmalı, anlamak, her sorunun çözüm anahtarı olmalı, mezhepler,
ırklar, diller ve benzeri ayrıştırmalar yerine, insan mefumu ve olgusu ön plana
çıkarılmalı.
Düşünceler
düşünceler…
Çocuğa
para verirken ne yapacaksın diye sormayı da ihmal etmiyorum. Çocuk bu ya; “Dondurma
alacağım” diyor.