İbrahim Halil Okuyan
29 Nisan 2015
Bu hadisenin bir uzun
anlatımı vardır bir de kısa anlatımı. Kısası şudur:
Tebaanın bir kısmı
emperyalist güçlerin gazına gelip ayrılıkçılık yapmıştır.
Buna kızan Osmanlı hükümeti
bölgede tehcir kararı almıştır. Günün şartlarına göre tehcir (göç) zor koşullar
altında gerçekleşmiştir.
Sürgünler, çoluk çocuk
muhtelif şekillerde kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma hastalık ve açlık
sebebiyledir.
Kıyım ise Osmanlı askeri
tarafından organize bir şekilde yapılmamıştır. Hastalık dışındaki bu ölümler,
münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp
etmeyi amaçlayan bölgenin eşkıyaları tarafından yapılmıştır.
Başka cephelerde de
savaşmakta olan Osmanlı askerinin sürgün esnasındaki cinayet olaylarını
önleyecek sayıda ve güçte olup olmadığı da bir tartışma konusudur.
Hal bu iken, o bölgede bu
olayların cereyan ettiği esnada, ülkenin batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin
aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna bir soykırım
denemez.
Pek çok başka kelime
söylenebilir; soykırım hariç.
Kaldı ki, söz konusu 1,5
milyon Ermeni sayısı, ölü sayısını değil kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk
Ermenileri, iyi biliriz ki: Anadolu, Bu olaylar esnasında veya sonrasında,
Müslüman olmuş Ermenilerle doludur.
Bu kişiler, daha sonra
serbest olmasına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini
gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır.
Sözün kısası budur.
Konuşmak gerekirse biz
konuşur olayların uzun hikâyesini anlatırız.
Bu konuda bizlerden daha iyi
tarihçi de olmaz.
Kalın sağlıcakla”
Sevan İnce
*
Yazı
böyle bitiyor. Ve de Ermeni olayına, çok anlamlı farklı bir boyut ortaya
koyuyor.
Biraz
empati yapalım şimdi.
Selçuklu
Devleti’nin otoritesinin dağılmasının ardından ortaya çıkan Anadolu
beyliklerinden biri de Osmanlı Beyliği’dir.
Ertuğrul
Gazi’nin beyliğini kurduğu yıllarda sahip olduğu topraklar 4.800 km2 idi.
Ertuğrul Gazi’nin ölümü sırasında (1299) beyliğin sahip olduğu topraklar 5.631
km2’ye ulaşmıştır.
Bundan
400 yıl sonra; Osmanlı Devleti’nin en geniş sınırlarına ulaştığı 1699 yılında,
devletin yüzölçümü, etki alanları ile birlikte 24 milyon km2’yi buluyordu.
Güney
Amerika kıtasının yüzölçümünün yaklaşık olarak 21 milyon km2 olduğu göz önünde
bulundurulursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının genişliği daha iyi
anlaşılacaktır.
Bu
yıllarda, İslam âleminin halifesi, Osmanlı padişahı olduğu için, devletin etki
alanı, Hemen hemen tüm İslam dünyasını kapsıyordu.
Gerçekten
o dönemlerde, üç kıta topraklarında, Osmanlı padişahları adına hutbeler
okunuyordu. Bu yönüyle düşünüldüğünde, devletin etki altında kalan topraklar,
Afrika kıtasının ortalarına, Asya kıtasının en doğu ucuna kadar uzanıyordu.
1913
yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü; 180.000 km2’si Avrupa-i
Osmaniye’de, 1.800.000 km2’si Asya-i Osmaniye’de, 3.000.000 km2’si Afrika-i
Osmaniye’de olmak üzere, Toplam 4.980.000 km2’yi buluyordu.
Görülüyor
ki, 4 milyon km2’den ( Türkiye’nin yüzölçümünün 814.578 km2) Türkiye’nin
yüzölçümünün 5 katı kadar bir toprak, 1913 ile 1923 yılları arasını kapsayan
sadece 10 yıl içinde kaybedilmiştir.
Toprak
kaybı demek; Geride kalan mallar, Mülkler, Ölüm, Açlık, Sefalet, Kan, Gözyaşı
ve Bilinmeyene göç demektir.
Bu
çok hızlı toprak kaybı devlette ve Halkta yeni toprak kaybı paranoyasına sevk
etmiş olabilir.
Her
türlü isyana ve başkaldırıya karşı beklide aşırı bir tepki olmuştur. Ancak
yukarıdaki yazıdan da anlaşılacağı gibi halk arasında sorun yoktur.
Tehcir
sırasında yanlarına en kıymetli eşyalarını alan Ermenilerin buna göz diken
eşkıyalara karşı yeterince korunamadığı anlaşılmaktadır.
Ermeniler
Müslümanlar arasında ait benzer pek çok olay yaşanmıştır.
Savaş
bu neresi doğru olabilir ki.
Peki,
ne yapmak lazım?
Hz.
Mevlana’ya soralım o zaman.
“Sana
yapılan Kötülükleri ve Senin yaptığın İyilikleri hemen unut, Senin yaptığın
Kötülükleri ve Sana yapılan İyilikleri sakın unutma”.
Hz.
Mevlana
Herşey
burada gizli işte.
*
Bir
dilekle bitirelim yazımızı:
“Kavgayı,
bir ağacın yaprağına yazmak isterdim Sonbahar gelsin yapraklarla kurusun diye.
Öfkeyi, bir bulutun üstüne yazmak isterdim Yağmur yağsın bulutlar yok olsun
diye. Nefreti, karların üstüne yazmak isterdim Güneş açsın karlar erisin diye.
Ve Sevgi ile dostluğu; Yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim
Onlar büyüsün ve dünyayı sarsın diye.”
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek
Mühendisi
5 Kasım 2009 Şanlıurfa