Mehmet Göncü
4 Nisan 2013
Zaman, zaman 50-60 yıl önceki Urfa’yı yeniden gözümün önüne getirip kent olarak neler kazanıp, neler kaybettiğimizin hesabını hep yaparım.
Sonuçta; kayıp ettiğimiz değerlerimizin, kazanımlarımızdan daha fazla olduğu kanaatına varırım.
Şöyle ki, sebep çok boyutlu ve sosyolojiktir. Çünkü kentte toplu olarak yaşamak bir takım pozitif kurallara uymakla ancak mümkün olur.
İşte bu kurallara uymak, bir süreç ister ve zamanla bu uyum uygarlaşma şeklinde ortaya çıkar.
Bu nedenle; kentte yaşamak isteyen her birey için uygarlaşma kurallarına uymak zorunluluğu vardır.
Ben şahsen; bugün bireyleri uygar olmaya, kurallara uymaya zorlayacak, toplumsal olğunun ve bilincin yeterli, yönlendirici ve özendirici olduğuna inanmıyorum.
Zira; sabaha kadar eksoz susturucusu çıkarılmış motorsikletle gezen aymazlara uygar diyebilir miyiz?
Keza; gece yarısı bütün bir mahallenin duyabileceği bir şekilde yüksek sesle müzik dinleyip, arabayla gezen magandalara mı uygar diyeceğiz?
Ya oturdukları binanın çevresini kirleten, balkondan çöp atan bina kültüründen yoksun insanlara ne demeli?
Kamuya ait yerlerde ağaçları kesen, kıran, çiçeklerini yolan, çocuklarla ve onları bu yolda eğitmeyen ailelere ve her türlü çöpü her yere atan ve komşuluk hakkı bilmeyen ve her yaptığı olumsuz şeylerin hiç birinden utanmayan ve bu davranışlarını doğal ve normal sanan kimselere mi kentlidir, kentte yaşıyor diyebileceğiz?
Daha sayamadığımız binlerce şehir yaşamına uymayan davranış var.
Özetle; Urfa ili son 20 yıl içinde büyümedi. Adeta çirkin bir şekilde irileşti. Bu durumu görüp üzülen ve çare arayan uygar bir kentli olma yönünde çalışan her bireye ve her kuruma yardımcı olmak, bu şehirde yaşayan tüm bireylerin asli görevi olmalıdır. Zira unutulmamalıdır ki, mutluluk bulutunun yağmurunu yemeyenler güneşinde de ısınamazlar.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.