Cihat Kürkçüoğlu
28 Şubat 2012
1995 yılından beri Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün mali desteğinde, Alman Arkeolog Prof.Dr.Klaus Schmidt tarafından başarıyla yürütülen Göbekli Tepe kazıları ile ilgili son günlerde yerel ve ulusal medyada kafaları karıştıran, art niyetli olduğu hissini veren bir takım yazılar yayınlanıyor.
2010 yılı sonbahar kazı kampanyasında kazı alanından çalınan bir heykel, sanki bu gün çalınmış gibi bir hava estiriliyor. 2012 yılı kazıları izninin Kültür ve Turizm Bakanlığınca karara bağlanması aşamasında zihinler karıştırılmaya çalışılıyor.
Urfa Müzesi’nde çalıştığım 1978-1985 yılları arasında Hassek Höyük, Lidar Höyük ve Kurban Höyük kazılarında Bakanlık Temsilcisi, Hollanda Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü- Chicago Doğu Bilimleri Enstitüsü ve Şanlıurfa Müzesi’nin ortak projesi ile Kumartepe’de (Şaşkan Höyük Neolitik dönem düz yerleşmesi) J.Roodenberg’in bilimsel danışmanlığında Kazı Başkanı ve o yıllarda Urfa Müzesi’nin birçok kurtarma kazısında çalışmış bir Sanat Tarihçisi olarak kazı teknikleri ve kazı ekipleri hakkında deneyim sahibi olma fırsatım oldu.
Göbeklitepe kazılarını 1995 yılından bu yana yakından takip etmekteyim. 2010-2011 yılları kazı dönemlerinde ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uygun görmesi ile kazının Başkan Yardımcısı olarak görev yapma onurunu yaşadım.
16 yıldan bu yana sürdürülen Göbekli Tepe kazılarında kazı ile ilgili olarak bir tek olumsuz olay yaşanmamış, Bakanlık temsilcilerinin ve Müze Müdürlüğü’nün raporlarında kazının yürüyüşü, kazı ekibi ve kazı başkanı hakkında olumsuz ifadeler yer almamıştır.
Kazı Başkanı Sayın Prof.Dr.Klaus Schmidt, her yıl düzenli olarak getirdiği uzman ekip ve yeterli ödenekle son yıllarda İlkbahar (2 ay) ve sonbahar (iki ay) olmak üzere kazı sezonunu dört aya çıkarmıştır. Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın deyişiyle “Türkiye’de bazı kazılar kazılıyormuş gibi yapılıyor ve ite kaka sürdürülüyor”. Eğri oturup doğru konuşalım. Göbekli Tepe Sayın Bakanın haklı olarak eleştirdiği kazılardan değil. Türkiye’de adam gibi yapılan kazılardan. .
Sayın Schmidt, 15 yıldır dünyanın dört bir tarafına günübirlik de olsa üşenmeden giderek verdiği konferanslarla, Almanca (2006 ve 2007 yıllarında iki ayrı kitap), Türkçe (2007), Lehçe (2010), İtalyanca (2011), Rusça (2012 baskıda) dillerinde yayınladığı kitaplarla, fotograf sergileriyle Göbekli Tepe’yi dünyaya tanıtmaya çalışıyor.
Prof.Dr.Schmidt, 20 Ocak-17 Haziran 2007 tarihleri arasında Almanya’nın Baden-Würtenberg eyaletinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da desteklediği “12.000 Yıl Önce Anadolu-İnsanlığın En Eski Anıtları Sergisi” nin Bilimsel Danışma Kurulu’nda yer almıştır. 100.000 kişinin gezdiği bu sergide yer alan 387 adet eserin 102 adedinin Urfa’dan seçilmesinde büyük etkisi olmuştur. Göbekli Tepe’nin birkaç metre boyundaki dikili taşlarının asıllarından ayırt edilmeyecek biçimdeki kopyalarını yaptırtarak bu sergide yer almasını sağlamıştır.
Dünyanın en tanınmış fotografçılarını davet ederek Göbekli Tepe’nin dört mevsim, gece-gündüz muhteşem fotograflarını çektirerek bu fotografları herkesle paylaşmış, kısacası Göbekli Tepe’yi layık olduğu biçimde dünyaya tanıtmıştır.
Kazı ekibi; dört ay süren kazı sezonu dışında, yılın sekiz ayı Berlin’deki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün “Göbekli Tepe Ofisi”nde o yıl elde edilen buluntuların değerlendirmelerini ve laboratuar analizlerini yapmakta, kitap, makale, konferans çalışmalarının hazırlıklarını yürütmektedir. Geçen yıl Sayın Schmidt’in daveti üzerine Şubat ayında 15 gün süre ile Kazı Başkan Yardımcısı olarak bu çalışmalara ben de katılarak katkı sunmaya çalıştım.
Yani Göbekli Tepe ekibi yılın 12 ayı kazıyla meşgul olmaktadır.
Sayın Schmidt, bu çalışmalarında, Türk arkeolog olan ve başlangıcından beri kazı ekibinde yer alan eşi Çiğdem Köksal Schmidt‘ten büyük destek görmektedir.
Sayın Schmidt’in bu tanıtma çalışmaları sonucundadır ki, Göbekli Tepe dünyanın ilgi odağı olmuş, dünyanın en tanınmış televizyon kanalları Göbekli Tepe belgesellerini hazırlamış, dünyanın en ünlü dergileri Göbekli Tepe’yi kapaklarına taşımışlardır.
Tüm bunların dışında, özel mülkiyet olan kazı alanının kamulaştırma bedeli Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Göbekli Tepe bütçesinden mülk sahibine ödenmiştir.
Ayrıca, kazı alanının daha iyi korunabilmesi ve ziyaretçilerin daha rahat gezebilmesi için kazı alanını örten bir çatı projesi üzerinde çalışılmış, bu proje Kültür ve Turizm Bakanlığı, Şanlıurfa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunulma aşamasına getirilmiştir. Bu çatının da tüm masrafları kazı bütçesinden karşılanacaktır.
Bu kadar düzenli ve özenli bir biçimde yürüyen Göbekli Tepe kazılarının 15.yılında (2010 yılı sonbahar kampanyası) üzücü bir olay yaşandı. O gün profilde bulunan bir heykelin, kazı tekniğine uygun bir biçimde çıkarılması için ertesi gün beklenirken o akşam bulunduğu yerden çalındığı sabah 06’da kazı alanına gelindiğinde anlaşıldı. Hemen güvenlik birimlerine, Bakanlığa ve dönemin Şanlıurfa Valisi sayın Nuri Okutan‘a durum bildirildi. Heykelin fotografları aynı gün tüm dünyaya dağıtıldı. O gün kazı yerinde yaşadığımız ve bu güne değin süren üzüntümüzü anlatmaya gerek yok. Bu heykelin çalınması sayın Schmidt başta olmak üzere hepimizin yüreğinden bir parça koparıp götürdü.
Savunmak, ya da mazeret olsun diye söylemiyorum. Bu tür olaylar maalesef en güvenli kazılarda, müzelerde bile yaşanıyor. 1998 yılında Zeugma’da sergilendiği yerden çalınan mozaik, 2010 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde soyulan Kral Mezarı, geçtiğimiz günlerde Denizli Acıpayam’a bağlı Dodurgalar Beldesi’ndeki Eski Tunç Çağı’na ait olan ve Müze Müdürlüğünce 2012 yılı kazı programına alınan Alacahöyük Tümülüsü soygunu bunlardan sadece birkaçı.
Dediğim gibi benzer olayları ileri sürerek mazeret uydurmak yerine, güvenlik zafiyetinden söz etmek daha doğru olur.
Göbeklitepe’de çalınan heykel ile ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay‘ın “Eğer o heykelin bulunduğunu bilseydim, geceleri üzerinde yatardım” sözlerine hak vermemek mümkün değil. Ama ne yaparsınız. 15 yıldır süren kazıda böyle bir olayın yaşanmamış olması belki önlem alınmasını akla getirmedi. Elbette bu da yanlış.
Güvenlik sorumluluğu kazı başkanında olduğu için Sayın Klaus Schmidt, çalınan heykelle ilgili olarak Bakanlığın oluşturduğu komisyonunun takdir ettiği 150.000 lirayı tazminat olarak ödedi. Elbette bu para gideni geri getirmiyor.
“Bir musibet bin nasihatten yeğdir” diye bir söz vardır. Bu üzücü olaydan sonra Göbekli Tepe, belki de Türkiye’deki kazı alanlarında eşine az rastlanan bir şekilde termal kameralarla 24 saat kontrol altına alınmış, bekçi sayısı artırılmıştır.
Bu olayın, aradan geçen yaklaşık iki yıl sonra, hem de 2012 yılı kazıları izninin alınacağı bu günlerde yeni bir olaymış gibi medya tarafından bir kampanya halinde gündeme taşınması oldukça manidardır.
Bu kampanya, kazı başkanı ile kişisel sorunları olması muhtemel bazı kimselere bağlanabilir. Amaç, yeni kazı izninin alınması aşamasında zihinleri karıştırmaktadır. Hatta heykelin çalınması olayı Sayın Yusuf Sabri Dişli‘nin 21 Şubat günü çeşitli yayın organlarında yayınlanan “Başlarını Kaybettiler” başlıklı yazısında dile getirdiği gibi “Komplo” bile olabilir. Çünkü Sayın Dişli’nin de yazısında belirttiği gibi fotografı dünyaya dağıtılan bu heykelin satılarak bir koleksiyona ya da müzeye girmesi mümkün değildir.
Emniyet güçlerimizin bu konuyu er geç çözeceklerine inancımız tamdır.
Yılların deneyimli ve saygın müzecisi olan, ömrünü arkeolojik kazılara adamış bulunan Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mehmet Önal, Hizmet Gazetesi’nin 28 Şubat 2012 tarihli sayısında ve gazetenin www.urfahizmet.com adresinde bu konu ile ilgili olan yazısının başlığını “El-İnsaf, el-Vicdan, Göbekli Tepe” olarak yazmış. Tarafsız bir bilim insanı gözüyle yazılan bu yazıyı okumanızı öneririm.
Burada, bizim yabancı hayranlığı yaptığımızı, yabancının avukatlığına soyunduğumuzu, yalakalık yaptığımızı, hatta menfaat icabı bu yazıları yazdığımızı bile iddia edecekler olacaktır. Ancak ömür boyu sürdürdüğümüz çizgiyi, yanlışı doğru olarak göstermeyeceğimizi bilen bilir.
Ömrünü Urfa arkeolojisine adamış, 1995 yılından beri yazın 45 derece sıcağında özveri ile çalışan dürüst bir bilim insanına yapılan haksızlıklar karşısında susmak kimseye yakışmaz. Hele böyle başarılı bir insanın kuyusunu kazmak hiç kimseye yakışmaz.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”.