Nejat Karagöz
24 Eylül 2022
Din referanslı siyasal hareketlerin iktidara gelme süreçlerinde pazarladıkları özgürlük, demokrasi, hak-hukuk söylemlerinin koskocaman birer yalan olduğu, İran’ın dinci faşist yönetimi tarafından, sırf başını kendi belirledikleri kurallara (!) göre örtmediği gerekçesiyle MahsaAmini adlı bir genç kadının öldürülmesiyle kim bilir kaç milyonuncu kez kanıtlanmış oldu.
Esasen din tandanslı siyasal hareketlerin omurgasını (Omurgasızlığını mı demeli yoksa?) oluşturan bu yalan ve aldatmaya dayalı söylemlerinin “Müslüman yalan söylemez” yanılgısından kaynaklı bir ön kabul sayesinde makes bulduğu açıktır.
Temel insan hak ve hürriyetlerinin ileri demokrasiye dayalı bir devlet erki tarafından teminat altına alındığı ülkeler arasında ancak üçüncü sınıf ülkeler kategorisinde kalan ve aralarında ülkemizin de bulunduğu, ülkelerin tamamında durum budur.
Son zamanlarda ülkemizde de sosyal ve sanatsal etkinliklerin, konserlerin, milli birlik ve bütünlüğe, kamu düzenine zarar vereceği (!) gerekçesiyle yasaklanmaları, bir anayasal hak olan gösteri ve yürüyüş hakkının da gene benzer ve asılsız gerekçelerle engellenmeleri, polisin orantısız güç kullanımı, devlet erkânının akla ziyan açıklama ve yalanları bu savı doğrular niteliktedir…
Aşağılayan, ötekileştiren, hakaret eden, kin kusan, düşmanca tutum, davranış ve söylemlerin devletin tepesinden aşağı, neredeyse her kademede bütün ülkeyi bir kanser gibi sarmış durumda bulunması, bu siyasi anlayışın iktidar erkini bu şekilde kullanma eğiliminde olduklarının ve bundan vaz geçmeyeceklerinin işaretlerini taşımaktadır.
Bu gidişatın hayra alamet olmayacağının açık seçik ortada olması bir yana; dozunu günden güne artıran, halkın arasına, sözüm ona milli birlik ve bütünlüğü korumak, kamu düzenini muhafaza etmek adına kin ve nefret pompalanmasının varacağı yer ve doğuracağı sonuç hiç kimsenin yararına olmayacaktır. Hele ki bazı din adamı kisveli ahmakların vatan hainlerini temizleme çağrılarına devletin kulaklarının kapalı olması vahameti ve tehlikeyi kat be kat artırmaktadır.
Hiç kimsenin bu ahmakça çağrıdan ve bunun getireceği muhtemel kargaşadan zerre kadar çekinmeyeceği gerçeği bir yana, ülkenin huzurunun, geleceğinin, iç barışının ve en önemlisi de her şeye rağmen Türkiye halklarının bir arada yaşama gayretlerinin altına konulan bir bombanın vereceği zararın çok iyi hesap edilmesi gerekir.
Nihayetinde bu topraklar da kadın cinayetleri, çocuk istismarları, hak gaspları ve benzeri sorunlarda İran’dan geri kalır değildir. Öte yandan temel insan hak ve hürriyetlerinin berhava edilmesi biçiminde tezahür eden insanlık suçlarıyla sicili pek kabarık olan devletin de artık akıl ve iz’anla yönetilmesi gerektiği açıktır.
Çünkü bu topraklarda kör-topal da olsa teessüs edilmiş bu barış ortamını, bu devletin kimliğini taşıyan herkesin itinayla, fedakârlıkla ve hassasiyetle korunması şarttır.
Bize düşen, bu duvarı yıkılmaktan korumaktır; yıkıldıktan sonra altında kaç kişinin kalacağı ise önemli değildir artık…