İbrahim Halil Okuyan
15 Nisan 2011
Örneğin SUDAN.
İsminde su olmasına rağmen kuraklıktan kıvranan bir ülke.
Seneler boyu otoriter diktatörlük yönetimlerin pençesinden kurtulamayan Sudan;
Birçok kez savaşlara,
Kuraklığa,
Kıtlıklara,
Kardeş kavgalarına sahne olmuştur,
Toprak genişliği bakımından Afrika’nın en büyük ülkesidir,
Yüzde 95’i Müslüman olan nüfusun büyük bir kısmı açlık ve sefalet içinde yaşamaktadır,
Ülkenin resmi dili Arapçadır,
Yüzölçümü 2 milyon 506 bin kilometre kare (Türkiye’nin 3 katı) toprakların yüzde 98’i kuraklık iklimlerin etkisi altındadır,
Resmi statüsü “İslam Cumhuriyeti” olan Sudan’ın başkenti Kartum’dur.
Sudan, petrol sevdası ve para hırsı ile milletleri parçalara bölen, onları aç susuz bırakan batılı emperyalist devletlerin zulmüne uğrayan Afrika devletlerinden sadece bir tanesidir…
Bugün Irak’ta, Afganistan’da işlenen vahşetlerin daha beterleri işlendi bu ülkede…
Esas bundan daha evvel… ta
Her ne kadar Aya ilk ayak basan Amerikalı olmuş ise, Sudan’a ilk ayak basan İngiliz’dir…
1898 yılında İngilizler Lord Kitchener komutanlığında Sudan’da Mehdi, yani halefi yönetimine son vermek için geniş çapta bir güç birliği gönderdi…
Maksat oradaki sözde diktatörlüğü durdurmaktı…
O diktatörde, Şiilerin lideri Muhammed Ahmad ibn Abd Allah… Bu adam ülkesinde batı sömürüsüne şiddetle karşı çıkıyordu,
Tek arzusu halkı bilinçlendirip,
Onları bir araya getirip,
Batılıları ülkesinden kovmaktı…
Muhammed Ahmad aynı zamanda kendisini Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini yani halefi konumunda olduğunu iddia ediyordu…
Bu kabul edilemezdi.
İngiliz’ler bunu bir propaganda malzemesi olarak kullandı ve oradaki Şii ve Sünni halkları bir birine kışkırttı…
Bu nokta önemli hala bu Şii, Sünni ve Alevi meseleleri başarı ile kullanılmakta.
Ancak esas amaç Mehdi yönetimini devirmekten öte,
Kuzey ve doğu Afrika’daki İngiliz hâkimiyetini daha da genişletmekti…
İngilizlerin yöredeki sömürü macerası, daha doğrusu koloni etkinlikleri daha evvel Mısır’da başlamıştı zaten…
Mısır’dan sonra o bölgede İngilizlere direniş gösteren tek ülke Sudan kalmıştı…
Ayrıca Sudan’ın ortasından geçen Nil nehri çok önemliydi İngilizler için…
Nil nehrine hâkim olmakla doğu Afrika’da artan direnişleri bastırma girişimleri büyük ölçüde kolaylaşacaktı,
Bu yüzden Nil nehrinin stratejik önemi büyüktü.
1899 yılında Mehdi, yani Halefi rejimi devrildikten sonra İngilizler Mısır’la birlikte Sudan’ın yeni yönetimi konusunda ortak anlaşma yaptılar, bu anlaşma Anglo- Mısır-Sudan adı altında 1956 yılına kadar fiilen devam etti…
Ve neticede 25 Mayıs 1969’da yönetime bu sefer General Jaffar Muhammed Numeiri el koydu…
Muhammed Numeiri ülkede siyasi partilerin hepsini yasaklandı… Daha sonra orduda bölünmeler baş gösterince Numeiri yeni bir sol parti kurulmasına müsaade etti,
Bu partinin adı “Devrimci Komando Partisi“…
Bu parti Sudan’ın yeni ismini “Demokratik Sudan Cumhuriyeti” olarak dünyaya ilan etti…
Yeni isim alan Sudan, eski Sovyetler Birliği ve Arap dünyası ile münasebetlerini geliştirdi…
Ülkede artan Rus etkisini azaltmak amacıyla “İngiliz ve Amerikalılar” bir başka General Babiker al-Nur Osmanı galeyana getirip 19 Haziran 1971’de yeni bir darbe yaptırarak ülkeyi tekrar yeni bir çıkmaza sürüklediler…
Ülkede eşine benzerine rastlanmayan şekilde kan döküldü…
Nil nehrine atılan binlerce siyah cesetler komşu ülkelerden bembeyaz şekilde toplandı…
Zaman, zaman olaylara karışan Amerikalılar, ülkede 10-15 Amerikalı öldü diye kocaman ülkeyi haraca kestiler…
Borç senetleri ödenmedi diye ülkenin petrol gelirlerine el konuldu.
Zaten açlığın, yoksulluğun, kuraklığın içinde kıvranan ülke ekonomik bakımdan tamamen iflas etti…
Dünya bu vahşetlere hep sessiz kaldı…
Sudan dünyada işlenen insanlık ayıbının,
Hayal kırıklığının başülkesidir…
Normal şartlarda bu ülkede şimdi 70 milyon insan yaşaması lazımdı…
Yani aradan geçen 115 yıl içinde 30 milyon insan kayıp olmuş… Şimdiki Afganistan ve Irak’ta yaşanan olaylar bunların yanında küçük kalır…
Artan trajik olayları bastırıp dünyanın dikkatlerini başka yerlere çekmek için bir yandan da uçaklarla havadan un torbaları atıldı. Birleşmiş Milletlerin kamyonları ülkede zaman, zaman yiyecek dağıttı.
Televizyon kameraları dünyaya sadece bunları görüntüledi,
Esas olayların gerçek yüzü dünyaya gösterilmedi.
1983 yılında daha radikal, daha tutucu ve devrim niteliğinde bir Şeria yönetimi yeniden Sudan’ın başına musallat oldu…
30 Haziran 1989’da yeni bir askeri darbe yapıldı…
Artan kuraklık ve susuzluk nedeniyle 2000’li yılların başlarında Sudan’da yeni bir savaş dalgaları patlak vermeye başladı.
2003 yılında doruk noktaya ulaşan iç savaş ve kuraklık yüzünden Sudan’da resmi kayıtlara göre 300 bin insan hayatını kaybetti.
Darfur savaşları ve soykırımlar,
Sudan’ın batısında yer alan ayrıca Fur’ların memleketi olarak bilinen Darfur toprakları, bundan 200 yıl önce köle ticaretinin yapıldığı bölgelerden bir tanesidir.
490 bin kilometre kare topraklardan uluşan Darfur’da 3 buçuk milyon insan yaşıyordu.
Çat ve Libya’ya komşu olan Darfur bölgesinde iki ayrı özerklikte zengin petrol kuyuları çoğalmaya başlayınca İngilizler tekrar bu bölgeye el atmak istediler.
Garp’ların yoğun olduğu Abjei bölgesinden inşaa edilen petrol boru hatları Sudanın içinden de geçerek kızıl denize ulaştı… Ancak 2004 yılında bu bölgede yeni çatışmalar çıkınca İngilizler hala sömürdükleri bölgeleri kaybetme korkusuyla İngiliz yanlısı Garp ve Janup halklarını silahlandırıp Sudan’daki Müslüman halklara karşı kışkırttılar.
Sudan’ın içinden geçen boru hatları Şii ve Sünni Müslümanlar tarafından zaman, zaman sabote edildi.
İngiliz Shell firması büyük maddi kayıplar verince güneydeki Hristiyan halkın Kuzey Sudan’a olan nefreti daha da arttı,
Güney ve kuzey arasında kanlı savaşlar başlayınca Sudan hükümeti tarafından desteklenen guruplar Darfur bölgelerine füze saldırısı yaptı…
2004 yılında Darfur’da çıkan kanlı savaşların başrol oyuncusu İngilizlerdir…
Ve sonra Amerikanlar…
Böylece Sudan halkı bitmek tükenmek bilmeyen yeni savaşların içine tekrar sürüklendi.
1956’da birleşik krallık ‘tan ayrılıp bağımsızlığını kazanan Sudan aslında 200 yıl boyunca insanlık ayıplarına sahne olmuştur… Gerek cahil kalmış kendi halkı yüzünden,
Gerekse batılı emperyalist devletler yüzünden…
Batılılar bir ülkeye bağımsızlık tanısalar bile kendi çıkarları için o ülkenin yakasını bırakmazlar.
Bağımsızlık bazı ülkeler için kâğıt üzerinde kalmış anlamsız bir ifadedir.
Afrika insanının yazgısıdır bu.
Yıllarca köle olarak kullanıldılar canları dâhil her şeyleri alındı
Ve hala alınmaya devam ediyor.
İyiler ve iyilikler hep sizinle olsun..
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
15.Nisan.2011 Şanlıurfa