Ali H. Demir
29 Aralık 2010
Eğitim faaliyeti toplumun insan gücünün geliştirilmesine hizmet etmesi amacıyla işe koşulan yegâne unsurların başında gelmektedir. Eğitim faaliyetinin geliştirilmesi kurumsal bir yapı olan milli eğitim bakanlığının tekelinde bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının tekelinde olması, eğitimin geliştirilmesi açısından olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Ancak bu konuda ülkemiz eğitim kamuoyunda istenen yoğunlukta bir tartışmanın olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Aslında sadece eğitime dair konular değil toplumu ilgilendiren pek çok konunun katkı sağlayacak bir düzlemde tartışılıp, konuşulabildiğini söylemek mümkün değil. Toplumsal yaşamda görülmeyen davranışlar bireysel boyutta da görülmemektedir. Zaten herhangi bir konunun toplumsal boyutta görülebilmesi onun önce bireysel boyutta görünmesi ile mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla bireysel boyutta yeterince gelişmemiş olan tartışma kültürünün toplumsal boyutta da olmamasını doğal karşılamak gerekmektedir.
Yaşadığımız çevrede şahit olduğumuz olay ve olgulara, medya aracılığı ile önümüze konulan olay ve olgulara bakıldığında görülenler, tartışma kültürünün yeterince gelişmemişliğinin de birer göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Siyasal, sosyal, sportif alanlarda farklı görüşlere sahip kişilerin birbirlerine tahammül etmede gösterdikleri sabır ve hoşgörünün derecesi bugün ve geçmişte toplumsal hayatımızda birçok olumsuz olayın yaşanmasına neden olmuştur. Tartışma kültürünün gelişmesinde karşılaşılan sorunların temelinde bireysel zaaflar yer almaktadır. Bireysel zaafların yaygınlaştığı toplumlarda toplumsal sorunların kökleşmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Bu yönüyle ülkemizde de bireysel zaafların yaygın bir şekilde yaşandığını söylemek yanlış olmaz.
Milli Eğitim Bakanlığının tekelci anlayışla yönetiliyor olması aslında toplumsal yaşamda var olan bireysel zaafların bir sonucu olarak da görülebilir. Bireysel zaaflar nedeniyle toplumsal yaşamda etkin bir katılım, tartışma ortamı oluşturulamayınca organize olamamış yığınlar adına birileri karar mercilerini ele geçirip kullanmış oluyorlar. Milli Eğitim Bakanlığını eğitim adına birileri tarafından ele geçirilmiş karar mercii olarak nitelemek istemiyorum. Zira eğitim faaliyetinin koordinasyonu, yönetilmesi, geliştirilmesi adına örgütlenmiş bu kurumsal yapı da topluma hizmet etmesi için oluşturulmuş diğer birçok kurumsal yapı gibi bir kurumsal yapıdır. Sorun olan eğitim hizmeti gibi diğer birçok hizmetin yürütülmesinde toplumun üzerine düşen sorumluluğu daha etkin bir şekilde yerine getirmesi yerine bu tür kurumsal yapılara adeta havale etmiş görüntüsüdür. Eğitime dair yapılması gerekenlere dair toplumsal yaşamda bir talep olmayınca doğal olarak bu hizmeti yönetmekle görevli bakanlık tekel konumuna gelmektedir. Kendisine tekel konumunda bir rol biçilen bakanlık da bir yerden sonra kendisine biçilen rolün gereğini yapar duruma gelmektedir.
Toplum tek tek bireylerden meydana geldiği için toplumsal düzeyde sorun olan davranışların temelini bireylerde aramak gerekmektedir. Bireyler yaşadıkları ortamda karşılaştıkları sorunlara aktif bir şekilde katılma isteğinde olursa zamanla toplumsal hayat daha aktif hale dönüşür. Pasif bireylerden oluşan toplum da pasifleşir. Bireylerin aktif veya pasif bir durumda olmasını sadece bireyin kendisine bağlı bir nitelik olarak görmemek gerekir. Zira insan her ne kadar bireysel bir özelliğe sahipse de aynı zamanda toplumsal bir varlıktır. İçinde yaşadığı toplumsal çevre bireye küçük yaştan itibaren bir anlayış, şekil, düşünce ve davranış kalıbı verir. Bu şekillendirme bireyi çepeçevre sarar. Bir süre sonra birey bu çevrenin yoğun etkisinden çıkamaz hale gelir.
Bu yönüyle bakıldığında birey, toplum ve toplumsal kurumlar genel olarak birbiri ile karmaşık bir etkileşim içinde bulunurlar. Bu karmaşık etkileşimin sonucu olarak toplum, bireyler ve kurumsal yapılar şekillenmiş olur. Dolayısıyla toplumsal yaşamımızda, bireysel yaşamımızda, kurumsal yapıların işleyişinde var olan sorunların temelinde her üç unsurun payı da söz konusudur. Eğitim faaliyetinde Milli Eğitim Bakanlığının tekel konumunda olmasının olumlu ve olumsuz yönleri üzerinde değerlendirme yaparken bu üçlü etkileşimin mutlaka göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığının tekel konumunda olması üniter devlet yapısı açısından istenen bir durum olarak görülebilir. Merkezi bir anlayışla yapılandırılan sistemlerin sahip olduğu avantaj ve dezavantajlar eğitim sistemi için de söz konusudur. Tek elden çıkan kararların standartlaştırılması, kararların alınmasındaki çabukluk, kaynakların tek elden dağıtılmasının getirdiği kolaylık, sistemin yönetilmesinde tek söz sahibi olunması gibi durumlar tekelciliğin olumlu yönleri olarak değerlendirilebilir. Ancak farklı çevrelerde, ekonomik, sosyal, kültürel yönlerden özellik arzeden farklı yerlerdeki eğitim kurumlarının tek elden yönetilmesi, herkes için geçerli tek bir yöntemin varlığını kabul etmek, her hastaya aynı ilacı vermek kadar akıl dışı bir davranıştır. Merkeziyetçi anlayışın olumsuz etkisini aşmak amacıyla yetki devri gibi bir takım ilave tedbirler alınsa da var olan olumsuzlukların aşılması güç görünmektedir.
Merkeziyetçi ve tekelci anlayış sistem içinde var olanların duyarsızlaşmasına, işleyişin rutinleşmesine, hemen birçok şeyin sırf kâğıt üstünde kalmasına neden olmaktadır. Çünkü merkezin dışındaki herkes kendileri adına birilerinin düşüneceğine olan güven duygusu içinde inisiyatif kullanmaktan kaçınmaktadırlar. İnisiyatif kullanmayı gerektiren her durumda merkeze danışmayı daha güvenli görüp kendisi adına başkasının karar vermesini istemektedir. Bu durum kararların alınmasını hızlandıran merkeziyetçi anlayışın bu hızını tersine çevirmektedir.
Eğitime dair bakanlığın tekelci konumu toplumun ve bireylerin de eğitim konusunda inisiyatif almaktan uzaklaştırmaktadır. Bakanlık merkez ve taşra teşkilatını eğitim hizmetlerinin yönetilmesinde tek başına bırakmaktadır. Merkez kendisine ulaştırılan sayısal verilerden hareketle ülkenin tümüne yönelik eğitime dair kararlar almak, eğitimi yönetmek, değerlendirmek zorunda kalmaktadır. Bakanlığın tekelci konumunun getirdiği yalnızlık içinde eğitim sorunlarının oluşturduğu karmaşa bakanlığı çaresiz duruma getirmektedir. Bu durum eğitim alanında etkin bir denetim, değerlendirme, iyileştirme yapılmasına engel olmaktadır. Bu gün okullarda yürütülen eğitim faaliyetinin nasıl yapıldığını bakanlığın yeterince bildiğini iddia etmek çok iyimser bir değerlendirme olur. Yine okullarda öğretmenlik yapan kişilerin ne kadar etkili bir eğitim faaliyeti yürüttüklerini bakanlığın bildiğini söylemek gerçekçi olmayacaktır. E okul sisteminin en ücra okullara kadar yaygınlaştırıldığı, bilgisayar teknolojisinin her okula ve sınıfa girdiği bu durumda dahi bunu söylemek imkânsızdır. E okul uygulamalarına bakarak yapılacak eğitimin niteliğine, nasılına ilişkin değerlendirme çok yanıltıcı olacaktır. Bilgisayar teknolojileri okullara girdiği oranda bakanlık eğitimin niteliğinden, nasıl yapıldığından uzaklaşmaktadır. Bilgisayar üzerinden, elektronik ortamda yapılacak değerlendirme sayısal ilişkilerin değerlendirilmesinden öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Eğitime dair bir şeyler üretilmek isteniyorsa; toplumun, bireylerin, kurumsal yapıların etkin bir şekilde katılımının sağlanmasının önünün açılması gerekiyor. Sadece eğitim hizmetini sunan tarafın değil bu hizmetten yararlananların da söz hakkına sahip olabildiği bir sistemin kurulmasına ihtiyaç var. Bunun sağlanması eğitime dair toplumun, bireylerin daha fazla sorumluluk almalarına, bakanlığın ağır yükünün hafiflemesine, eğitim alanında yaşanan sorunların daha da azaltılmasına katkı sağlayacaktır. Bunlar yapılmadığı sürece programlarda yapılacak değişiklikler, elektronik imkânların geliştirilmesi, personel sayısının en üst düzeye çıkarılması, okul sayılarının artırılması elekle sutaşıma çabasından öteye gitmeyecektir.