İbrahim Halil Okuyan
30 Eylül 2010
Bu yazı dizisinde konumuz:
Ülkemizi ve de bölgemizi yakından ilgilendiren,
Etkileyen ve ileriki yıllarda daha da önem kazanacak;
Sınır aşan iki akarsuyumuz olan,
Fırat ve Dicle sularıdır.
Türkiye’nin sahip olduğu su kaynaklarının,
Güneydoğu’da süregelen terör hareketleriyle yakından ilgili olabileceği uluslararası kimi çevrelerce,
Çeşitli platformlarda iddia edilmektedir.
Ülkemizin “Doğu ve Güneydoğusu”ndaki olayların altında yatan gerçek nedenin artık,
“su paylaşım sorununun” olduğu açıkça görülmektedir.
Burada Türkiye’nin sahip olduğu su kaynaklarının,
“DIŞ DİNAMİKLERİN TERÖRE DESTEK VERME SEBEBİ” olduğu kastedilmektedir.
Bölgede; Dış devletler enerji projelerine destek verirken sulama projelerine pek sıcak bakmamaktadır.
Tabi ki Bölge halkının demokratikleşme ile çözülebilecek çok yönlü sorunları olduğu da ayrı bir gerçektir.
Son yapılan Anayasa değişikliklerinden sonra bölge halkının isteklerin öncelikle iyi ve doğru anlaşılarak,
Bu sorunun sonuçlandırılmasına çok ihtiyacımız vardır.
Özellikle merhum “Cumhurbaşkanı Turgut Özal” ’la beraber yapımı hız kazanan,
Geniş kapsamlı entegre bir proje olan “GAP PROJESİ” ile birlikte bölgede terör hadiselerinin tırmandırılmasının zaman olarak paralellik arz etmekte olması dikkat çekmektedir.
Proje hala devam etmekte olup maalesef geciktirilmiştir.
Teröre harcanan parayla en az 10 tane “GAP PROJESİ” gerçekleşebilirdi.
Bu şekilde elde edilen enerji ve tarım gelirlerime genelde Türkiye özelde bölge halkının ekonomik, kültürel,
Sosyal durumu çok çok iyi hale getirilebilirdi.
Bu durum engellenmiştir.
Buna sebep olanları doğru teşhis etmeli olayların arkasındaki dış dinamikleri iyi teşhis edebilmeliyiz.
Türkiye bu sorunu bu güne kadar iyi yönetememiştir.
Su; kimyasal olarak hidrojen ve oksijen elementlerinden oluşan ve gaz, katı ve sıvı halde bulunabilen bir maddedir.
Yaşamın kaynağı su bitkilerde, hayvanlarda, insanlarda tüm canlı organizmalardaki temel girdidir.
Günümüzde su kaynaklarının önemli ölçüde kirlenme ile karşı karşıya kalması buna mukabil nüfusun hızla artması önemli bir sorun durumundadır.
Her ülkenin belli miktarlarda tatlı su rezervleri vardır.
Bu rezervler yeraltı suları, ırmak ve göllerden oluşur. Kaynakların aşırı kullanımı ve buharlaşmanın neden olduğu kayıplar yağışların az olduğu ülkelerdeki tüketilen su yenilenmemekte ve bu tip kaynağa sahip ülkeler giderek su rezervlerini tüketmektedir.
Bundan dolayıdır ki,
Azalan kaliteli su arzına karşın,
Artan dünya nüfusunun daha çok suya ihtiyaç duyması,
Su kaynakları konusundaki ulusal ve küresel duyarlılığı artırmıştır.
Dünyamızdaki su kaynakları ve nüfus birbiriyle orantılı olarak dağılmamış olup, suyun ve nüfusun orantısız olarak bulunduğu bölgelerden birisi;
Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı “Ortadoğu”‘dur.
Türkiye’nin su kaynakları,
Ortadoğu’daki politikaların şekillenmesinde etkili olmaktadır. Nüfus artışı, sulama, sanayileşme, Şehirleşme gibi faktörler yüzünden 2050 yılında dünya nüfusunun yarısının su yokluğu ya da azlığı sorunu ile karşılaşacağı tahmin edilmektedir.
Dünya üzerinde bulunan tatlı su miktarı 1,4 milyar km3’tür.
Dünya nüfusunun 6 milyarı aştığını düşünecek olursak,
Dünya nüfusunun %40’ının yaşadığı 250 ırmak havzası su anlaşmazlıkları ve su savaşlarına konu olmaktadır.
21. yüzyılda “su savaşları” olma olasılığını,
Pek de yabana atmamak gerekmektedir.
140 milyon nüfusu ve 370 bin km3’lük su kaynağı ile
“Ortadoğu” bölgesi,
Dünyanın su konusundaki en sorunlu bölgesidir.
Türkiye sahip olduğu su kaynakları itibariyle,
Ortadoğu’ da Politikaları belirleyici bir role sahiptir.
Türklerin Orta Asya’dan göç etmelerinin nedenlerinden birinin kuraklık olduğu bilmekteyiz.
Tarihte ilk medeniyetler hep su kenarında kurulmuştur.
Mezopotamya, Fırat ve Dicle’nin yeşerttiği cennet bahçeleri, bereketli insanlık beşiği olmuş kutsal topraklardır.
Türkiye’den doğup Suriye ve Irak topraklarında aktıktan sonra, bu ülke içinde birleşip müştereken Basra Körfezine dökülen Fırat ve Dicle Nehirlerinin en az beş bin yıldan beri bölge insanları için hayat kaynağı olduğu biliniyor.
Bu bölge de tarih boyunca su için birçok savaşlar olmuştur.
Doğal olarak su sıkıntısının hâkim olduğu Ortadoğu’da mevcut akarsuların bir kaç devletten geçmesi yani uluslararası su olma özelliğini taşımaları ve yeraltı su kaynaklarının önemli bir kısmının da yenilenemez oluşu bölgede su savaşlarına neden olmaktadır.
En son örneği “1967 Arap-İsrail savaşı” ,
İsrail’in saldırganlığının nedeni su kaynaklarına ulaşmaktır.
Ancak yapılan hesaplamalara göre,
Ortadoğu’da; 30 yıl sonra bu ülkelerdeki su kaynakları ancak içme gereksinmelerini karşılamaya yetecektir.
Orta Doğu’da su sıkıntısını en fazla yaşayan ülkeler,
Sırasıyla Filistin, Ürdün ve İsrail’dir.
Kısaca bu sınır aşan bu iki suyumuzu incelemek istersek:
Mezopotamya‘nın görkemli su uygarlığı Sümer’den önce, yörede kuru tarım yapan birçok küçük köy vardı.
Yerel halk olan Obeydler,
Dicle ve Fırat Nehirleri arasında taşkınların çekilmesinden sonra oluşan alüvyonlu araziye yerleştiler ve yörenin ilk kentini, Eridu’yu kurdular.
Sümerler,
Mezopotamya’ya geldiklerinde Eridu’yla karşılaştılar.
Eridu’yu güçlendirdiler,
Yeni Eridu’lar kurdular.
Gılgamış Destanında,
Su tanrısı Enki‘ye adanan Eridu kentinin ortaya çıkışı:
“Bir ot bitmemiş, Bir ağaç yaratılmamış, Bir ev yapılmamış,
Bir kent yapılmamıştı. Tüm karalar denizdi. Sonra Eridu yapıldı.”Olarak anlatılır.
Yazıyı icat ederek yazılı tarihi başlatan Sümerler;
Fırat ve Dicle’yi,
“yaşamın kaynağı ve tükenmez bir enerji potansiyeli”
Olarak görmüşlerdir.
Bir uygarlık doğurdular sudan
Sümerler, M.Ö. 3100‘lerde dönemine göre devasa mimari yapılar ve büyük kentler inşa edebilmelerini suyu denetimleri altına alarak istikrarlı bir tarımsal üretim sağlamalarına borçlular.
Su, Kültürü Doğuruyor
Sümerler suyu ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirip de, Tarım düzenli,
Kentler güvenli hale gelince nüfus artmaya başladı.
Kentsel yaşam insanın gelişim hızını artırdı.
Sümerler, suyun yaşamı yaratma özelliğini öne çıkarmışlardı mitolojilerinde.
Devam edecek.