Cüneyt Gökçe
15 Ocak 2010
Son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim, insanlığın karşılaştığı tüm problemleri teşhis edip çözüme kavuşturmakta ve hidayet rehberi olma özelliğini kâinata ilan etmektedir.
Her asrın olduğu gibi; günümüz insanının da en çok karşılaştığı sıkıntıların temelinde sosyal münasebetlerini ayarlayamama hastalığı yatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde olduğu gibi 49. sûre olan Hucûrat sûresinde de bu tür problemlerin büyük bir kısmına işaret edilmekte ve hal çareleri ortaya konmaktadır. 18 ayetten ibaret olup Medine döneminde inen bu sûrenin gölgesinde bazı hastalıklarımıza beraberce çareler aramaya çalışalım:
Her sûre gibi “Rahman ve Rahim Olan Allah`ın Adıyla” başlayan Hucûrat’ın ilk ayetinde Allah Resulüne karşı takınılması gereken saygı, usul ve âdâptan bahsedilerek şöyle buyrulmaktadır:
“Ey iman edenler, Allah’ın Resûlü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.” (Hucûrat:1)
Resulün önüne geçmemek, onun sünnetine aykırı her hangi bir görüş ve düşünce ileri sürmemek, onun sözlerinin terennüm edildiği mecliste sesi dahi yükseltmemek, sonsuz itaat ve teslimiyet içerisinde olmak her müminin öncelikli sorumluluğudur.
Nitekim müteakip ayette bu inceliğe de dikkat çekiliyor:
“Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona bağırıp-söylemeyin; yoksa şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider. Şüphesiz, Allah’ın Resûlü’nün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.” (Hucûrat: 2-3)
Aslında buradaki konuşma âdâbı nezaketin en güzel örneğini teşkil etmektedir. İnsanların birbirleriyle bağıra çağıra konuşmaları, usul-âdap tanımadan seslenmeleri kabalağın göstergesidir. Üstelik, bu kabalık Hz. Peygamber’e karşı işlense elbette nezaket kaideleri alt-üst olmuş olur. Özellikle büyüklerimizle konuşurken, iletişim kurmaya çalışırken bu inceliğe dikkat edilmesi bizleri her açıdan rahatlatır; ayetleri dinleyelim:
“Şüphesiz, evin dışından, hücrelerin ardından sana seslenenler de, onların çoğu aklını kullanmıyor. Eğer gerçekten, yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde bu, kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Hucûrat: 4-5)
Toplumu sıkıntıyla baş başa bırakan; hatta deyim yerindeyse, felaketlere sürükleyen önemli eksiklik, kusur ve hastalıklardan bir tanesi de kulağa çalan her türlü bilgiyi tahkik etmeden kullanmak; yanlış-doğru olduğunu araştırmadan bir takım kanatlara varmak ve kötülüklerin önünü böylece açmaktır. Sonuçta düşmanlık, kin ve nefret tohumları her tarafa saçılır. İşte ayet-i kerime:
“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz. Ve bilin ki Allah’ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işte uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş irşad olanlardır: Allah’tan bir fazl, ihsan, lütuf ve nimet olarak… Allah, bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hucûrat: 6-7-8)
İçinde yaşadığımız toplumun birey ya da toplulukları arasında bazen anlaşmazlık ve sıkıntılar çıkabilir. Komşularımız birbirleriyle ihtilaflı olabilir. Aralarında şiddetli ayrılık olabilir. Bu durumda bize düşen seyirci kalmak değil; aralarını bulmak, onları birbirlerine yakınlaştırmak ve irtibat kurmalarına yardımcı olmaktır. İhtilafın küçük ya da büyük olması durumu değiştirmez; mutlaka sorumluluğumuzu yerine getirmemiz gerekir. İlahi kelamı beraber okuyalım:
“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda Allah’ın emrini kabul edip dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve her konuda adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (Hucûrat: 9)
Kuşkusuz, toplumların sonunu hazırlayan önemli faktörlerden bir tanesi adalet mekanizmasını ihmal etmeleridir. Hayatın her aşamasında; hâkim ya da mahkûm iken; zayıf veya güçlü iken adaletten ayrılmamak gerekir. Adaletin zedelenmesi kin ve düşmanlıkların körüklenmesi anlamına gelir. Kendi aleyhimize de olsa adaletle hükmetmemiz sadece faydalı olmakla kalmaz aynı zamanda güven ve itimadın artarak katlanmasını da sağlar.
Sûrenin diğer mesajları için sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle…