Bülent Okutan
23 Şubat 2007
Biliyordum babam söz verirse yapardı. O gün evden çıkarken “akşam bisikletinle döneceğim” demişti. Dönerdi de emindim. Bir gün evvel birlikte çarşıya inmiştik. şimdiki Ticaret Sanayi Odası’nın altındaydı acente. Gazeteden birlikte çıkıp yan yana yürümüştük. Siyah gözlükleri gözünde, tek renk takımı üstündeydi. Saçları da her zamanki gibi biryantinli ve geriye taralıydı Nuri Okutan’ın. Ne kadar çok insan selam veriyordu ona. Oysa iki adımlık bir yol katetmiştik. Sanırım Dağyar Ticaret’ti acentenin ismi. Bir numune koymuşlardı dükkanın önüne. Upuzun selesi vardı ve parlak maviydi metal aksamı. Polo markaydı. Kırmızısı o zaman Köran’ların oğlu Sedat’taydı. Başkada yoktu Urfa’da. Mavisi de benim olacaktı. Firmanın sahibi bisikleti bir gün sonra vereceklerini söylediğinde damarlarım da ki kanın iki kat hızla aktığını hissetmiştim. Gerekçe ise dükkanda bulunanın teşhir amaçlı olduğuydu. Siparişi verilmişti. Nakliyat şirketi bir gün sonra gelen kamyon ile benim bisikletimi de getirecekti. Akşamı iple çektim. Gün batarken balkondaydım. Babamın otomobili Topraksu’nun önüne park etmek için yanaşırken evden uçarcasına çıktığımı hatırlıyorum. Merdivenleri inmiyor, üçer beşer atlayıp akrobasi yapıyordum. Apartmanın bahçesinden yola nasıl fırladığımı hayal meyal hatırlıyorum. Araba oradaydı ve bağaj kapağı açıktı. Bir nefeste bittim orada. Rahmetli babam o şık, güzel insan gülerek bakıyordu bana. Koşarak sarıldım. Sonrasında bağajdan ambalajlı bisikleti beraber indirdik. Kıyamıyordum naylonlarını sökmeye. Nefes nefese eve, üçüncü kata çıkardım. Sabah ezanı okunurken uykuya daldığımı hatırlıyorum. Kahvaltının ardından, bir nefeste üçüncü kata çıkardığım bisikleti, bu kez ağır ağır, pür dikkat aşağı indirdim. Kafamda kurmuştum, bisikletimi gelin gibi süsleyecektim. Topçu Meydanı’nın ara sokaklarından geçerek Asfalt Caddeye doğru yola koyuldum. Oradaydı hep aksesuarcılar. Yol boyunca yüzümden tebessüm eksik olmadı. Kocaman farlı bisikletime herkes hayranlıkla bakıyordu. Asfalt caddeye varınca en büyük bisiklet aksesuar işyerine girdim. Kedi gözleri, fosforlu kağıtlar, püsküller ne varsa aksesuar namına aldım. Ve ver elini matbaa. O zamanlar gazete Numune Pasajı’nın içinde. Yani eski Sümerbank’ın arkası. Yan tarafımızda Merkez Komutanlığı. Bir çırpıda aldığım tüm aksesuarlarla gelin gibi yaptım düşlerimi süsleyen o sihirli aleti. Öğlen saatlerinde babam gazeteden içeri girdi. Ve rütin işlerini gördükten sonra yanıma geldi. şunu söylediğini hatırlıyorum ; -E artık uçak gibi bir bisikletin var. Bin bakalım şu bisiklete Et Balık Kurumuna git Hulusi Öcal Amcanın yazısını al gel. Hulusi Amca’nın yazısı mı? Kim görürdü ki o yolda benim gelin gibi bisikletimi? Ben bu kadar süsü, Et Balık yolunda bisikletimi kullanmak için mi alıp takıp takıştırmıştım. ın cin top oynayan, sol tarafı bahçelerle kaplı bir ıssız yoldu orası. Söylene söylene yola koyuldum. Tam Et Balık Kurumu kavşağının dönüşüne gelmiştim ki, önümde ki at arabası sanki APS frenlere sahipmiş gibi birden durunca olan oldu. Arkadan çarpmıştım. O güzelim kocaman farım ise tuz buzdu. Kurumun bahçesine girdim. Öcal’ın odası ikinci kattaydı. ıki saman kağıdına yazılı köşe yazısını alıp matbaaya döndüm. Gerçek anlamda suratından düşen bin parça olan, bir mutsuz çocuk olarak. Sonrasında defalarca o yolu bisikletimle geçip Hulusi ağbinin yazılarını taşıdım gazeteye. Dün gece, o kalın çerçeveli gözlüklerin ardında ki gülen yüzü, bir kez daha gördüm. Gözleri dolu doluydu. Ama mutluluktan. Yıllar silememişti o güleçliği, gülerek umutla bakışı. Hala Urfa’sına, Urfalılarına tebessümle bakıyordu. ılerleyen yaşına rağmen, umudu gözlerinin ferine direnmiş ve onu hala ışıl ışıl bakmaktan alıkoyamamıştı. Yıllarını, Urfa’sının geleceğine aydınlık bir ışık olmak adına harcayan bir insandı artık o kadir kıymet bilenlere. Oysa ben onun yolunda kırılan bir bisiklet lambam için ne kadar kızmıştım. Ne kadar sitem etmiştim, o çocuk aklım ve öfkemle. Ayıp etmişim. Ama, bu gün itiraf ediyorum “O zaman çocuktum Hulusi ağbi. Bağışla ve yolumuzu aydınlatmaya lütfen devam et”