Bülent Okutan
28 Aralık 2006
“Belediye Başkanı Fakıbaba yıllık iznini geçirdiği Londra’dan döner dönmez basına açıkladı şanlıurfa’ya Londra’yı örnek alacağız-(Gazeteler) Zabıta amiri Emin telsizi ağzına yaklaştırırken gözleri öfkeden çakmak çakmaktı. Başa çıkamıyorlardı bir türlü bunlarla. Al işte yine birileri tezgah açmıştı. Oysa Başkanın talimatı kesindi. S-o-k-a-k-t-a y-i-y-e-c-e-k m-a-d-d-e-s-i s-a-t-t-ı-r-m-a-m demişti son toplantıda katılan 150 zabıtaya. Oysa o zabıtalardan çoğunun mavi gömleklerinin gizleyemediği göbeklerinin bir kısmı o köşe başı ciğercilerinin ürünüydü. Emin’de hafif göbekliydi. Ama emir demiri keserdi. Anonsunu yaptı ; -14-20’den merkeze. Hyde Park civarı’na bir ekip gönderin. Yine burada birileri ciğerci tezgahı açmış. Men edin bunları. Cızırtılar arasında merkezin anonsu geçti ; -Anlaşıldı Amirim. Bütün ekiplerimiz şu an meşgul. London Zoo civarında ki Hayvan Pazarı’na kaçak kesim için Panelvan minibüslerle taşınan küçük ve büyük başlar varmış. Onların tesbiti ve yakalanmasına çalışıyorlar. Ardından Oxford Street üzerinden en yakın ekibimizi malum yere sevk edeceğiz. Anlaşıldı. Tamam. Beyaz Masa’nın Santral memuresi Cavidan yaldızlı ojelerini asetonla temizlerken gözü telefonun çaldığını ikaz eden, yanıp sönen beyaz ışığa takıldı. Üfff bu gün ne kadar çok şikayet vardı Tower Bridge tarafından. Big-Ben saat kulesini görmek için köprüye giden herkes kaldırımları işgal eden seyyar satıcılardan bıkmış usanmış şikayet ediyordu. Londra’nın dünyaca ünlü bu mekanının girişinde Cımbız, Oynanmış Sayısal Loto, Defolu kazak satmak da neyin nesiydi Allah Aşkına? Neyse. Düğmeye basıp, dudaklarının hemen yanında ki mikrofon ile cevap verdi ; “Buyrun Beyaz Masa” Karşıdaki ses gergin ve öfkeliydi. Öfkesine sağında solunda çalınan korna sesleri karışıyordu. Belli ki dışardan, hatta kilitlenmiş bir trafik ortamından, cep telefonu ile arıyordu. Arayan şivesini hiç değiştirmeden direkt konuya girdi ; -Yav gelin şu Trafalgar Meydanı’nın bi halini görün Allah aşkına. Sizin çift katlı Halk Otobüsleri üç sıra olmuş. Yarım saattir geçemiyıh. Bu şehrin caddeleri bu kadar darken ne alemi vardı üç yüz tane çift katlı Halk Otobüsüne izin vermenin. Yeter yav arabaya binip evimize getmağa korkar olduh. Yollarda artıh eyice geçit vermez oldu. Bu işi çözün artık. Beyaz Masa da mı olur, Fes rengi masada mı olur ben bilmem. Memleketin trafiği ıstanbul’u geçti yav. Buckingham Sarayı’nın penceresinden önünde ki meydana bakan Sir Ahmet Eşref’in, arkasında kavuşturduğu elleri bir anda sıkılıp yumruğa dönüştü. Al işte yine Topçu Meydanı’ndan sürücüsü gladyatör gibi ayakta bir at arabası tozu dumana katmış Köprübaşı’na çıkmak üzereydi. Belli ki oradan karşıya geçip Kanberiye yönüne kaçacaktı. Derin bir iç geçirdi Sir Ahmet Eşref ve dudaklarından fısıltı ile karışık şu kelimeler döküldü ; “Yav bunların bir türlü önünü alamadık. Al işte hadi meydandan geçtin. Kaçıyorsun. şu atın meydanın ortasına, o bir türlü kaldıramadığımız havuzun yanına, yaptığına ne demeli. Allah’tan temizlik işleri sağlam çalışıyor. ınşallah birazdan temizlerler. Londra örneği bize birkaç gömlek fazla mı oldu ki acep. Yoksa Konya’yı mı örnek alacağız deseydim. Abarttık galiba” Ben bu yazının son sözünde Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Fakıbaba’ya seslenmek istiyorum. Başkan sizden ricamız sakın politikacı olmayın. Siz bir bürokrattınız sizi öyle tanıdık. ıcraatlarınızı gördük ve göreve getirdik. Siz de aynı bilinçle bu şehrin sorunlarına yaklaşıp çok güzel hizmetler sunup, bu kentin çehresini değiştirmeye başladınız. Ama politikacı olursanız, beyanlarınızla şanlıurfa’yı Londra’da yaparsınız, Newyork’ta. Biz politikacı istemiyoruz. Ceğiz-Cağız-Cek-Cak muhabbeti de istemiyoruz. Yaptıklarınızdan memnunuz. Ne demişti Cem karaca o güzel şarkısında, “ışçisin sen, işçi kal” Siz de bürokrattınız, bürokrat kalın lütfen Sayın Başkan ve böyle devam edin. Biz memnunuz…