Ali H. Demir
9 Nisan 2007
Toplumu oluşturan bireyler toplum içinde kendi isteklerini gerçekleştirmeye çalışırlar ancak toplum içinde birey sayısınca farklı bakış açıları, farklı istekler vardır. Bu kadar çeşitli isteklerin hepsinin amacına ulaşabilmesi her zaman mümkün değildir. Hayatta her istenen şeye her zaman ulaşılamaz.
ınsanların tarihi süreç içinde yaşadıkları tecrübelerle geliştirdikleri pek çok toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik yapılar vardır. Devlet de bu yapılardan birisidir. Toplumu oluşturan bireylerin tümünün kendi kişisel isteklerinin peşinde koşması belki bazı bireylerin yararına olabilir. Ancak toplum içinde kendi kişisel ihtiyaçlarını gerçekleştiremeyecek durumda olan güçsüz kişiler vardır. ışte devlet adını verdiğimiz kurumsal yapılar bu toplumsal dengesizliğin önüne geçmek için oluşturulmuştur. Devlet bir bakıma toplumsal yaşamı düzenlemekle görevlidir. Devlet bu anlamda toplumsal ihtiyaçların herkese dengeli bir şekilde ulaştırılabilmesi için oluşturulmuştur. Devleti toplum için veya toplumu devlet için gören değişik bakış açıları olmakla beraber devleti bireyler için vardır şeklinde düşünmek daha doğru bir bakış açısıdır. ınsanlık toplum içindeki bireylerin tüm toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak için birçok farklı araçlar geliştirmiştir. Devlet de tarihi süreç içinde yaşanan tecrübelerle şu an için gelinen noktada geliştirilmiş en önemli araçlardan birisidir. Yarın ne olur bilinmez ama bu gün için devlet aygıtı toplumsal tüm ihtiyaçların karşılanmasında, toplumsal yaşamın düzenlenmesinde kullanılan en etkin araçlardan birisidir. Demokrasinin iyi geliştiği toplumlarda devlet aygıtını işletecek kişiler seçimlerle belirlenir. Toplumu oluşturan tüm bireyler toplumsal ihtiyaçların yönetilmesi, karşılanması, gerçekleştirilmesi işine hep birden girişemez. Fiziksel, mekânsal ve daha birçok faktör buna engel olur. Zorunlu olarak toplumun içinden bir kısım insanlar toplum içindeki diğer insanları yönlendirir. ınsanın yapısında da bu anlamda bir toplumsallaşma, guruba dahil olma, bir gurubun üyesi olarak hareket etme duygusu vardır. Toplumsal, fiziksel zorunluluklar yanında insanın yapısında var olan bu duygular da toplum içinde bir paylaşımı getirmektedir.
Toplumsal yaşamın içinde bireyler kendi isteklerini gerçekleştirmek için çaba gösterirler. Bu bireysel istekler gerçekleştirilmeye çalışılırken bireyin tek başına kendi çabası yeterli olmaz. Mutlaka başkalarının gücüne, yardımına, çabasına ihtiyaç duyulur. Başkalarının da kendi isteklerini gerçekleştirmek için aynı şekilde bir diğerine ihtiyaç duyar. Böylece karşılıklı güç alışverişi, karşılıklı destek olma durumları ortaya çıkar. Bu karşılıklı ilişkiler toplumsallaşmayı ortaya çıkarır. Bir bakıma bireyler bir başkasıyla karşılıklı bir çıkar ilişkisi içinde etkileşimde bulunur. Aslında tüm ilişkilerde mutlaka bir çıkar ilişkisi vardır diye düşünmek yanlış olabilir. Zira insanlar zaman zaman hiçbir çıkar beklemeden de bir diğerine yardımda bulunur. Bir başkasının ihtiyaçlarını karşılamasına yardım edebilir. Bir beklenti olmaksızın yapılan bu yardımların nedenleri üzerinde de elbette ayrıca durulması gerekir. Ancak toplum içinde karşılıklı güven duygusunu güçlendiren en önemli unsurlardan birisi karşılık beklemeden toplumda bir diğerine yardımda bulunma davranışıdır ve bunun yaygınlaşması toplumsal birlik beraberliği güçlendirir.
Toplumsal birlik beraberlik fikrini geliştirip güçlendirecek pek çok toplumsal unsurlar vardır. Bu unsurlar bir veya birkaç kişinin elinde değildir. Ancak tüm toplumsal unsurlara etki etme gücüne toplumun organize olmuş şekli olan devlet sahiptir. Devlet sahip olduğu gücü toplumsal birlik ve beraberlik fikrinin geliştirilip güçlendirilmesi yolunda harcamalıdır. Toplumsal birlik ve beraberlik fikrini geliştirmede kullanılan en önemli unsurlardan birisi eğitimdir. Eğitimi okulda yapılan faaliyetlerle sınırlandırmanın hatalı olduğunu önceki yazılarımızda vurgulamıştık. Eğitim kavramı okulun dar sınırlarını da aşan bir kapsamda ele alınmalıdır. Eğitimi toplumsal birlik beraberliği geliştiren bir unsur olarak ele alırsak belli yaş sınırlarındaki bireyler değil tüm toplum işin içine girmelidir. Tüm toplumun işin içine girdiği durumlarda ise insan hayatının her anında karşılaştığı her türlü kurumsal yapı eğitim faaliyetine dahil olacaktır. Eğitim faaliyetine dahil olan her tür kurum ve kuruluş etkileşimde bulunduğu toplumun tüm fertlerini eğitme görevini üstüne almış olur. Bu durumda eğitim; toplumda insanlara kurallı yaşama alışkanlığının kazandırılması olarak tanımlanabilir. Gerçekten de eğitim bu şekilde tanımlandığı takdirde toplumsal fonksiyonunu icra edebilir. Toplumda herkes tarafından önemli olarak görülen eğitim bu tür bir eğitimdir. Bu tür bir eğitim ise devletin tüm kademelerinde görev icra eden kişiler tarafından yerine getirilebilir. Eğitimi böyle tanımlarsak toplumda karar mekanizmalarında görev yapan herkes bir öğretmendir. Topluma hizmet etmek amacıyla oluşturulmuş her türlü kurum ve kuruluştaki çalışanlar birer eğiticidir. Devlete ait tüm kurum ve kuruluşlar ise bir okul vazifesi görmüş olurlar. Toplumun tümden eğitimi ancak bu şekilde sağlanabilir. Toplumu oluşturan bireyler kurallı yaşama alışkanlığını edindiği andan itibaren de eğitilmiş sayılırlar. Toplumda kurallı yaşama alışkanlığı konulmuş kuralların etkin bir şekilde işletilmesiyle sağlanabilir. Konulmuş kuralların etkin işletilmesi ise toplumsal hayatta hak, adalet, eşitlik, şeffaflık, katılım gibi kavramların her zaman ve zeminde el üstünde tutulmasına bağlıdır. Çağdaş toplumlar kurallı yaşama alışkanlığını edinmiş, toplumdaki görev ve sorumluluklarını bilen ve gereğini yerine getiren, paylaşan, katılan, gelişmeye açık kişilerden oluşur. Bu tür kişilerin yetişmesi ise sadece okullarda yapılacak eğitim öğretim faaliyetleriyle mümkün değildir. Toplumun her katmanına doğrudan ve dolaylı etki etme gücüne sahip olan devlet toplumsal hayatın her tarafında bu değerleri en üstte tutulur hale getirmelidir. Ancak o zaman toplumsal yapıdaki tüm kurumsal yapılarla birlikte işbirliği içinde çalışan okullar da üzerine düşen görevi tam olarak yerine getirebilir. Bu olmadığı takdirde okullarda öğretmenler istedikleri kadar öğrencilerine erdemden, adaletten, eşitlikten söz etsin öğrenci günlük yaşamında bunların karşılığını görmediği gibi tersine bir takım gerçeklerle karşılaştığı takdirde okulda anlatılanları sadece bir ders, sınavda kullanılacak bir araç olarak görür ve okulda öğrendiklerini yine okulda bırakır. Bunun sorumlusu da kendileri olmaz. Selam ve saygılar…