Ali H. Demir
26 Eylül 2006
Toplumsal yaşamın getirdiği toplumsal ihtiyaçların karşılanması bireysel çabalarla mümkün olmayacak kadar karmaşık, kapsamlı ve uzun süreli. Gazetelerde yada çevremizde çalışmalarıyla, yaptığı mücadeleyle örnek olmuş kişileri görmüş ve belki de çoğu zaman gıptayla bakmışızdır. Kişisel yaşayışıyla topluma örnek olan bu tür kişilerin etkileri yaşadıkları sürece mümkündür. Bu tür kişiler hayatta kaldıkları sürece örnekliklerini sürdürürler. Oysa insan yaşamı toplumsal yaşamla, insanlığın bu dünyada varlığı ile karşılaştırıldığında çok kısadır. Bu kısa yaşam süresi içinde bir insanın yaptıkları, yapabilecekleri sınırlıdır. Bu sınırlı sürenin farkına varan bir çok insan, düşüncelerinin, çabalarının kendisinden daha uzun bir süre yaşaması için kurumsallaşma yoluna gitmiştir. Yaptığı mücadelenin devam etmesini isteyen, uzun vadeli düşünebilen insanlar bu hedeflerine ulaşmak için vakıflar, dernekler, çeşitli örgütler kurma yoluna gitmişler böylece kendisinden sonra da ideallerinin, düşüncelerinin gerçekleşmesi için sağlam temeller atmaya çalışmıştır. Gelişmiş toplumlarda hemen herkes böylesi kurum, kuruluş ve değişik örgütlere etkin bir şekilde katılmakta, hayatta daha etkin bir şekilde varlığını hissettirmek için çaba göstermektedir. Ne demişler eşek ölür kalır semer, insan ölür kalır bir eser. Bir eser bırakamayan insanlara ne yazık. Toprağa atılan bir tohum dev bir ağaca dönüşünceye kadar nasıl uzun bir zamana ihtiyaç duyuluyorsa toplumsal yaşamdaki değişimler de bundan çok daha uzun bir zamana ihtiyaç duyar. Örnek olarak vermek istediğim Osmanlı Devletinin durumu bu konuyu çok güzel açıklamaktadır. Osmanlı Tarihi ile ilgili değerlendirmeler yapanlar Osmanlı Devletinin var oluş sürecini çeşitli dönemlere ayırmaktadırlar. Kuruluş devri, yükselme devri, duraklama devri, gerileme devri, yıkılış devri gibi çeşitli devirler altı yüz yıl yaşamış bir dünya devleti için dile getirilmektedir. Böylesi bir devlet bir anda kurulup bir anda da yıkılmamıştır. Yapılan değerlendirmelerde duraklama, gerileme ve yıkılışı hazırlayan nedenleri ortaya çıkaran tohumların yükselme devrinin en üst noktasında bulunulduğu dönemlerde atılmaya başlandığı söylenmektedir. Yapılan değerlendirmelere göre Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir dönemde özellikle yönetim kademelerinde ortaya çıkan bir takım olumsuz davranış, alışkanlık ve tutumlar duraklamayı, gerilemeyi hazırlamıştır. Devlet kademelerinde yapılan atamalarda ortaya çıkan iltimas, kayırmacılık ve rüşvet gibi toplumsal hastalıklar genel yönetimi, eğitim kurumlarında belli makamlara hak etmeyenlerin getirilmesi eğitim sistemini olumsuz etkilemeye başlarken yine yönetimde kadın efendilerin etkisi gibi devlet yönetimi için olmaması gereken bir takım olumsuz alışkanlıkların yükselme devrinde daha bariz bir şekilde ön plana çıkmaya başladığı söylenmektedir. Devlet adamlarının yaptığı bir takım davranışlar, yönetime ilişkin aldıkları bir takım kararlar devlet idaresinde bir şekilde olumsuzluklara neden olurken bunlar toplumsal yaşamda daha büyük olumsuzlukların yaşanmasına yol açmıştır. Yükselme devrini 1500’lü yılların ikinci yarısına kadar uzatan tarihçiler olumsuzlukların başlangıcı olarak da yine bu tarihleri göstermektedir. 1500’lü yılların son dönemlerinde toplumsal hayat tarlasına atılan tohumlar 1900’lü yıllarda meyve vermiş yani devlet yıkılmıştır. Bu tarihi örnekten hareketle toplumsal yaşamda planlanan bir takım değişikliklerin ürüne dönüşebilmesi, sonuçlanabilmesi için ihtiyaç duyulan zamanı ortalama 300 yıllık bir süre olarak tahmin edebiliriz. Bu süre bir insan ömrünün çok çok üzerindedir. Öyle ise toplumsal değişimin sonuçlarını bir insanın ömrüne sığacak şekilde planlayarak düşünmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. ınsan ürününü alamayacağı bir çabanın içine neden girsin diye düşünülebilir. Bu düşünceyle hareket eden insan için yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Ancak toplumsal yaşamda bir şeyleri değiştirmek iddiasında olanlar, bu uzun süreyi göze alabilir. Bu tür kişiler yaşamları boyunca ortaya koydukları çabalarının sonuçlarını beklemek yerine üzerlerine düşeni yapmakla yetinirler. Toplumsal yaşamın içinde yer alan her bir birey toplum binasının bir tuğlası gibidir. Her tuğla toplum binasının tamamlanması için gereklidir. Bir tuğlayı koymakla bina bitmeyeceği gibi bütün tuğlaları koymak da bir kişinin güç sınırları içinde değildir. Öyleyse her gelen bir tuğla koyacak ve tüm tuğlalar bir araya gelip binayı oluşturacaktır. ışte bu gün öyle insanlara ihtiyacımız var ki çabasının sonuçlarını kendi yaşamı içinde beklemeyecek, sürekli başkaları için kendisinden sonra gelecekler için bir şeyler yapacak. Yaşamını boşu boşuna geçirmediği, sürekli iyilik, güzellik, hak ve adalet için mücadele ederek yaşadığı düşüncesiyle huzurlu bir şekilde ölecek kişilere ihtiyacımız var. Okul yıllarımızdaki ders kitaplarımızda şöyle bir hikaye hatırlarım. ıki kurbağa bir ayran tasına düşmüşler. Çıkma çabaları sonuçsuz kalınca bir tanesi ümitsizliğe düşüp kendini bırakmış ve dibe batarak ölüp gitmiş, diğer kurbağa ise çırpınmasını, mücadelesini bırakmamış. Çırpınmaları sonucu ayran üzerinde bir yağ tabakası oluşturmuş ve bunun üzerine çıkarak atlayıp tastan dışarı çıkmış. Bu hikaye mücadeleyi bırakan insanların hiçbir zaman kazanamadığına, ancak mücadeleye devam edenlerin kazandıklarının çok görüldüğüne dair güzel bir örnek olarak zihnimde her zaman yer etmiştir. Evet zorluklar karşısında mücadeleyi bırakmamak, mücadele yıllarca, yüz yıllarca da sürse devam edecek sabırlı, çalışkan insanlara ihtiyacımız var. Bu özelliklere sahip kişilerin çoğaldığı toplumlar dünya üzerinde her zaman en ileri düzeylere çıkmaya adaydır. Bu şekilde uzun vadeli düşünebilmek her insan için kolay değildir. Zira insan yaşamı içinde kendisini çeken, zihnini meşgul eden o kadar çok olay, durum, olgu vardır ki tüm bunların etkisinden kurtularak kendisini uzun vadeli toplumsal düşüncelere verebilmesi, hele sonucunu bizzat göremeyeceği, başkaları için bir çabaya, gayrete girişebilmesi oldukça zordur. Bu gün toplumda bir çok insan zengin olmak, iyi bir ev, araba sahibi olmak, geleceğini garanti altına almak için çaba gösterirken idealler uğruna mücadele eden insanlarla karşılaşmak neredeyse imkansız hale gelmiştir. Toplumdaki bireylerin bu hale gelmesinin bir çok değişik nedenleri var. Ancak eğitim sisteminin özellikle bireylere makro düzeyde ise topluma bir ideal aşılayamadığını söylemek çok da desteksiz bir iddia değildir. Evet eğitim sistemimiz ne yazık ki bireylere ve topluma bir ideal aşılayamamaktadır. Yukarıda özelliklerini saymaya çalıştığım mücadeleci, diğergam, uzun soluklu düşünebilen tipteki insanlar ancak çok güçlü duygusal, sosyal, tarihi, kültürel temellere dayalı bir eğitim anlayışıyla yetiştirilebilir. Bu tür bir eğitim anlayışı sadece okullarda değil, ailelerde, çevrede, toplumsal yaşamın her köşesinde bireylere somut örneklerle sunulmalıdır. Toplumda böylesine idealist insanlar her zaman el üstünde tutulmalıdır. Devlet yöneticileri, her tür kurumsal yapının başındaki yöneticiler böylesi güzel örnekleri ön plana çıkaracak şekilde davranmalı, basın yayın, her tür yazılı ve görsel araç bu amaca hizmet etmek için kullanılmalıdır. Bireylere verilecek bu idealist bakış açısı kurulacak her tür örgütsel yapıyla uzun vadeli hale dönüştürülmelidir ki bu çabalar kişisel çabayla, kişilerin yaşamıyla, sınırlı kalmasın.