Mahmut Çepoğlu
28 Ağustos 2006
Bazı atasözleri ve deyimler var ki, aramızda dolanır. Birbirimize söylememize rağmen bu sözde geçen isimler veya şahıslar kimdir bilmeyiz. Yerli yerinde kullanıp kullanamadığını bilmeyenlere de rastladığımız gibi halk biliminde bu tür dilden dile gezen, hayli söz, deyim ve fıkralara rastlamak mümkün. Bu sözler; nice deneyimlerden sonra ve zamanla içleri doldurularak, insanın ufkunu açan, çeşitli anlamlar yüklenerek halka mal olmuşlardır. Önce şu “Fizan” meselesinden başlayalım. Özellikle resmi dairelerde herhangi bir problemi olan, daire, müdürleri amirleri ile geçinemeyenler yada müdürlerin siyasi düşüncelerinden dolayı rahat vermediği, onlarında düşüncelerinde taviz vermeyen hareket ve tavır sergilemelerinden, ya da mevcut iktidar veya siyasete ödün vermemesinden dolayı çeker restini “isterlerse beni Fizan”a göndersinler.” ya da “kafamı bozarsanız seni Fizan’a gönderirim” diyen müdürler de tehdit ve santaj olarak söylediği gibi egosunu tatmin ederek memurlar üzerinde hegomanyasını kurar. Demek ki; bu Fizan’da her şeyden mahrum, yaşamın çok zor şartlarda geçtiği bir yer olduğu hemen anlaşılmakta. Yolu olmayan, oturulacak evi bulunmayan, memurun sıkıntı içinde yaşayacağı bir yer demektir. Siz bu yerin Libya’da olduğunu söylersem şaşmazsınız her halde. Libya’nın güney batısında bir yerleşim yeri deniliyorsa da insanların yaşayacağı bir yer değil. Talanlar sonucu harap olmuş bu yer. Hurma dallarıyla örtülü kerpiçten yapılmış, üstün körü barınakları olan, dağınık konutları olan köhne, yol geçmez, kervan bilmez bir yer. Yeniden yerleşime açılma çabaları için hep sürgünler gönderilmiş, kimisi oraya varmadan basmış istifayı, kimisi kurtulma yollarına başvurmuş, kimileri gitmişse de inadına yan gelip yatmış. Sürgün yatağı olan “Fizan” yıllardır halkımızın dilinden hiç eksilmemiş. ışte “Fizan” denilen yer Osmanlılar döneminde sürgün yatağı olmuş ve halen söylenmesine rağmen şimdiki sürgün yatağı doğu Anadolu da bir çok şehir için söylendiğini biliyoruz. *** Birde meşhur Marko Paşayı bilmeyeniniz varsa ve “hadi git derdini Marko paşaya anlat.” sözünden haberiniz yoksa bir tekrarlayın mutlaka anımsayacaksınız. Asıl adı Marko Apostolidis’tir. Doğumu bilinmemekle birlikte, 1888 yıllarında hayata gözlerini yumana kadar eski adıyla Hilal-ı Ahmer yeni adıyla Kızılay’a katkıda bulunan Rum asıllı bir hekim. Abdülhamit II. Döneminde meclisi ayan üyeliğine getirilen önemli bir şahsiyet. Marko Paşa’nın bu ünü halk arasında iyice yayıldı ve zamanla, yakınmayı dinleyecek kimsenin olmadığını vurgulamak için söylenen “Derdini Marko Paşa’ya anlat” deyimi ortaya çıktı. Marko Paşa çok sabırlı insanları çok iyi dinlemesini bilen, tahammülü bir insandı. Hani toplumumuzda birileri dinleyenlere hep söyleriz; “Sanki Eyyüb’un sabrı var.” Bu nedenle toplumumuzda derdine çözüm arayıp derdini anlatanlara dinlemeye tahammülü olmayan kimselere en kolay cevap budur. Bu söz yapıştırılır “git derdini Marko Paşaya anlat “ diye…şimdi artık Marko Paşayı bulmak mümkün mü? *** şu “Dimyat’a gidince giderken evdeki bulgurdan oldu” sözü de başlı başına bir muamma. Peki şu Dimyatın neresi, olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu öyle Türkiye sınırları içinde bir il, ilçe, belde, kasaba hatta köy bile değil. Dimyat denilen yer Mısırda Süveyş kanalı ağzında bir limandır. Eskiden Mısır’ın pirinçleri ince hasırdan örtülmüş torbalarla gemilerle Anadolu’ya getirilirdi. Bu sözün öyküsü şöyle; “Bir tüccar günlerden bir gün Dimyat’a pirinç almaya gider. Gider gitmesine ancak gemi Akdeniz’de korsanlar tarafından soyulur. Adamcağızın bütün altınlarını alırlar. Bin bir zorluklar içinde ıstanbul’a döner dönmesine ancak tüccar iflas eder. Tüccar kalkar ıstanbul’dan yollara düşer, memleketi olan Karamana gelir. O sene tarlasından kalkan bütün buğdayları satmak zorunda kalır. Buğdayların satılmasından dolayı ev halkı o yıl bulgur çıkaramaz. Dolaysıyla ev halkı o kışı bulgursuz geçirmek zorunda kalırlar. ışte o sözde o zaman söylenmiş ve halen söylenmekte. Artık pirinç için Dimyat’a gitmeye gerek yok şu köşede ki bakkala uğrasanız yeterli…