Mahmut Çepoğlu
9 Haziran 2006
Dil toplumsal bir olgudur. Günümüzü yansıttığı gibi geçmişin izlerini taşıyarak bu güne kadar çoğalarak, yeni kelimeleri özümseyerek gelmiş. Bu gelişim daima sürecektir. Toplum olarak dilin gelişmesi ve olgunlaşmasına hep katkıda bulunuruz. Milletler, topluluklar, halklar uluslar iç içe yaşamalarından etkileşme sonucu dillerde birbirinden etkilenir. Diller arasında bir alış veriş sürer gider. Bu kelimeler dilden dile geçerken şekil değiştirerek geçtiği dil fonetiğine uyarak kalıptan çıkmış gibi yeni bir şekil alır. Ancak yazılışlarda özel isimlerin aynen kullanılmak zorunluluğu vardır.
Etkileşim soncu, hoşumuza giden isimleri öteden beri kullanırız…Kimi zaman yabancı kelimeleri kullananlara karşı tepkisel davranırız. Kelimelere karşı çıkarken onun yerine bir şey bulmak gerekir. Yazılarda, şiirlerde, levhalarında, tablolarda, bilbordlarda bilim ve teknik anlamda bu isimlere hayli rastlanmakta.
Yabancı kelimelere karşı çıkılır mı çıkılmaz mı? sorusu elbet çıkılmaz derim. Eğer çıkılırsı leyleği kuşa çevirmeye benzer. Karşılığı varsa koyarsın yoksa o dilden alacaksın. AB sürecinde bu handikabın aşılması gerektiğine de inanıyorum. Hele bu kelimeler özel isimse hiçbir değişikliğe uğramadan yazılmalıdır. Bir şehrin, bir bölgenin sorunu değil; bu ulusal olduğu kadar, uluslar arası bir sorundur ve tüm ülkelerde bu yaşanmaktadır.
Türkçe sözlükleri açın kaç tane saf Türkçe bulursunuz. Bütün diller böyledir. Hiç bir saf dilden bahsetmek mümkün değildir. Eğer yabancı sözcükleri çıkarırsanız geriye kalan sözcüklerle ancak günlük işlerde kullanmak içinde kendimizi ifade etmede kullanabilir. Bilim ve tekniği içeren kelimeler ise tamamı evrensel konumdadır. O icadı yaşama geçiren kimse onun dilini kullanmak zorundadır.
Tabi ki dil yalnız bilim ve teknikten ibaret değil. Sinema, televizyon, botanik, zooloji, tarih, coğrafya, tıp, edebiyat, dilbilimi, iktisat, ticaret, hukuk, folklor, güzel sanatlar, tasavvuf felsefe mantık, ruh bilimi, basın haberleşme gibi bir çok konuyu işlemekte… Milletler arası ilişki ve kelime alışverişi olmazsa bu alanlarda kullandığımız kelimelerin karşılığını bulmak mümkün değil. Dolaysıyla dil sürekli çevresiyle beslenen bir olgudur.
Abdest. (su ve el) Farsça. Abdesthaneyi, ayakyolunu, kenefi Avrupa sürecinde tuwalet yaptık, WC işareti yada iki “00” la gösteriyoruz. Türkçe alfabede W (dabilyu) harfi olmamasına rağmen en yetkili mercilerde yazışma W ile gösterilmesi istenmektedir. Bugün bilgisayar dediğimiz teknik gelişimin karşısına geçtiğimiz de hemen Windos diye bir kapı açılır. Bunu nasıl kullanalım ve yazalım. Dahası şowrom dediğimiz bir malın teşhir edildiği sergi salonları yada her gün karşımıza çıkan şow tv nasıl yazacağız. Geçen gün Ankara’nın merkezinde bir isim dikkatimi çekti. Böwe diye bir elbise temizleme merkeziydi.
Bunlar özel isimdir değiştirilmesi mümkün değildir.
şimdi Newroz kelimesine geliyorum. Bunun üzerine çok konuşuldu. Bu kelime Farsça’dır kim sahiplenirse sahiplensin. Bunu bir çiçek ismiyle “nevruz” yada bir hastalık ismi olan “nevroz” diye yazmak ne kadar doğru olur.
Hangi ulus tarafından kullanılırsa kullanılsın; “Newroz” yazmak zorundadırlar. Bu isim “yeni gün” anlamını taşıdığına göre onun sözlük anlamını doğru bilmemiz lazım. “Nevruz” yada “nevroz” yaparsak o günün bir önemi ve ehemmiyeti kalmaz. Kutlamalarda bir anlam ifade etmez. Değiştirdiğimiz kelimelerin içerdiği anlam değişmemeli. Dilimize geçen yazılış şekilleri değişirse anlamları da değişir. Bunun dilimizde bir çok örneği mevcut.
Newroz Ortadoğu halklarının kullandığı bir bayramdır. “New” yeni “roz” gün demektir. Bunu doğru yazmadığımız taktirde ne o gün demir dövülür, ne Asena’nın yol göstericiliğinin önemi kalır. Ancak Asya’dan Anadolu’ya kadar, Türkü, Arabı, Kürdü, Azeri’si, Beluci’si, Farsı, Afganı, Asurisi, Keldanisi, herkes bu bayramı kutlamakta ve kutlamaya da hakları vardır.
Kelimenin aslına gelince; Kürtçe’de böyle bir kelime yoktur. Bunu kim kullanırsa kullansın kendine mal edemez. Birileri buna sahip çıkıyor diye bizim bunu yazılışını ve okunuşunu değiştirme hakkımız doğmaz, üstelik onu suç sayma gibi bir hak elde edemeyiz. Hele bunu yazanlar gazeteci ise kesinlikle art niyet aramamak lazım. Türkçe’de büyük sıkıntı çektiğimiz, yazılışları ve okunuşları aynı ancak anlamları farklı olan kelimeleri ne kadar ayrıştırabilirsek dilin güzelliği o kadar meydana çıkar.
Devletin yöre halkıyla buluşup kutladığı “yenigün” manasını taşıyan bu bayram, ne bir çiçeğin açılışını ne nevroz hastalığından kurtuluşu simgeler. Siyasi olarak kabul etmemek dünya dillerinden dilimize girmiş tüm kelimelerden kendimizi soyutlamamız anlamına gelir. Bunun için örnek verilecek bir çok kelime vardır.
Toplumsal yapının değişmesiyle dilimizde önemli değişiklere uğrayacağını bilmeliyiz Bin yıllık bir tarihin üstünde gelişen Türkçe elbette çeşitli dillerden etkilenecektir. Bir ayağı Ortadoğu halkları içinde, gövdesi Anadolu’da diğer ayağı Avrupa’da. Dolaysıyla ilişkili olduğu dilleri çok rahatlıkla kullanabilmelidir. Geçmişte de hep böyle olmuştur.