Mahmut Çepoğlu
15 Mayıs 2006
Taşın manevi anlamda ruh sahibi olduğu söylenir. Bana göre esas ona ruh veren, göze hoş görünmesini sağlayan, estetikleştiren insandır. Taşın dili; onu yontarak, şekil vererek, nakışlarla, desenlerle, motiflerle şekillendiren, güzelliklerle olgunlaştıran insandır. Ev, köprü, saray, kule, kale, han, hamam vesaire tarihimize, mimarimize, kültürümüze renk katarak iyi bir koruma görevi yüklendiği gibi ona baktığımızda gözlerimizle bir şeyler ifade etmenin gizemini yakalarız hep taşlarda. Bir insan kendi ailesini, kendi evini, bulunduğu sokak ve mahalleyi, yaşadığı şehri, beraber yaşadığı insanları, dahası kendi milliyetini, sevmezse mutlu olamaz. Yaşam bir bölüşüm, paylaşım, sevgi, dostluk ve beraberliktir. Bunu ne kadar tatlı dil, sıcak bir iletişim şeffaf ve güler yüzle ilişkilendirebilirsek o kadar mutlu olunur. Taş denince şehirleri, şehirler denince tarihi, kültürü bağrında yaşatan hayatlı, tonozlu, at nalı kemerli evler akla gelir. Bu evler ki nice mutluluğu bağrında yaşatmış, birer şaheser olan çağa meydan okuyan Urfa evleridir. Bir ressam titizliğinde, bir heykeltıraş zarafetinde işlenen., tamamı nahit, mısafat, hampara, zeviye, tek (lento) gibi isimler alarak, sanata dönüşen taşlardan örülen yapılar, yaşamın güzel düşlerini sırmalaştırıyor gönlümüzde… Muhabbet çağrıştıran, gizliliği saklayan, sevginin azizliğini, yaşamın kutsiyetini içselleştirerek bize bu mimariyi sunanlara minnettarız.… Onca verilen emekleri günümüz tekniği ile bir anda yok ediyoruz. Oda, eyvan, zerzembe, tandırlık, zahirelik, kiler, çardak gibi isimler alarak bir avluya açılan, Urfa evlerinin güzellikleri anlatmakla bitmez. Kab evlerin kışın sıcaklığı yazın serinliği, eyvandaki rahatlık, dama kurulan tahta uzanarak, ayı sinesine çekerek, yıldızları sayarak, başka bir aleme dalmanın güzelliğini insan nerede bulur. Kışına, yazına, doyamadığımız evlerin, baharın gelmesiyle hayatta ki (avlu) rengarenk güllere, sarmaşığa konan bülbüllerin coşkusuna doyum olmaz. Çiçeğe duran dalların, duvarda gülen yedi veren asmanın, gülücüğe durmuş dudaklar gibi, açan nar çiçeklerinin kırmızısı nasıl da yakar insanın yüreğini. ışte bu evler bugün sayısızca yok edilirken kimileri çıkıp onları restore ederek, yeniden gün yüzüyle, havayla, insan elleriyle buluşmanın mutluluğunu tattırmakta. şehirleri şenlendirenler yalnız insanlar, ağaçlar doğa harikaları demek değildir. şehirler; tabiat varlıkları, mitolojiler, verimli toprağıyla tanınabilirler. Ancak yeryüzündeki hiçbir yapı taşın insan elinde sanata dönüştüğü kadar şehre güzellik katamazlar. Tarih taşlarla var olmuş, taşlarla yaşamını sürdürme gayretindedir. ınsanları koruyan dünden bu güne, kültürleri taşıyan yine taşın sanatlaşarak yapıya dönüşmesi; hem sosyal, hem tarihsel anlamda büyük önem taşımaktadır. Taşın dünü de bu gün kadar kıymeti tartışılmaz. Ancak ekonomik boyutu düşünülerek yapılan yapılar taşın mimarisini kirletmektedir. Bunları yazmama neden olan herkesin yakından tanıdığı Ali Gülizar’dır. Ali Gülizar diye sade bir vatandaş, taşın güzelliğini sindirerek içine onların yaşatılmasında büyük uğraşlar vermekte… Kendisini çocukluk yıllarından beri tanırım. Biz mektepliydik. O hayatını kazanmak zorundaydı. “Kar eden ar etmez” sözünden hareketle her işe girdi çıktı. Deneyimler edinmiş olacak ki Urfa için çok güzel bir hizmeti başlattı. Bir konuk evi yaptırarak. Eski Urfa’yı yeniden yaşatmak, otantik yapısı içinde modernite kazandırarak hizmet vermeyi başardı. şimdide büyük bir organizasyonla butik otel yapma uğraşında. Tatlı dili, güler yüzü ile insanları kendi mekânına çekmeyi başardı. Derken ikinci ve ardından üçüncü işyerini açma uğraşında. Bu iş yerleri öyle sıradan iş yerleri değil.. ışte şimdiye kadar yazdığım taşı sanata çevirme uğraşında olmasıdır. Taşlar o kadar dikkat çekici ki boyasız desenlerle göze olduğu kadar yüreğe hitap etmektedirler. Her rengin ifadesi var, ancak taşın beyaza üzerindeki desenler tüm renklerin ifadesidir. Birazda aklın zekânın taşa işlenişidir. 13500 yıllık Urfa tarihinin varlığının kanıtı yine bir taş parçasıdır Dolaysıyla tarihi ve mimari yapıların yeniden restore edilerek hayat bulması beni fazlasıyla duygulandırır. Taş ustalarına gelince; nesillerinin son türleri dersem yeridir. Nasırlı elleri, taş tozuna bürünmüş yüzleri, tozu soluyan ciğerlerine sağlık vermek gerek. Taş sanatını yaşatsınlar diye… Çünkü hepsinin yaşı 70 in üstünde. Taşlarla uğraşmak güç, sabır, metanet, sağlık ister. Buna rağmen bu insanlar buna kendilerine meslek edindikleri gibi çalışmak zorundadırlar. Hem kendi emeklerinin karşılığını almak hep taş sanatının yaşaması hem Urfa’ya hizmet anlamında büyük fedakârlıklar yapmaktadırlar. Taş ustalığında taş işçiliğinde taşın sanata dönüşmesinde yeni jenerasyonlara ihtiyaç vardır. Taşın gizemli ve sihirli dünyasının sakinleri olmak bizlere büyük haz vermektedir.