Dünden bugüne Firuzpaşa sokak
GAPGündemi’nin 14 Ağustos 2023 tarihli nüshasında yayınlanan İbrahim Halil Polat imzalı “Savaş veya Arkeolojik Kazı Alanı Değil; Kentsel Sit Alanı” başlıklı haber önemli bir soruna parmak basıyordu. Çocukluğumun geçtiği mahalledeki komşu sokağımızın hali içler acısıydı..
Urfa’ya sayısız eserler kazandırmış olan Urfa âyanından Firûz Paşa’nın adını taşıyan ve Urfa sivil mimarisinin onlarca değerli eserini saklayan zarif görünümlü bir sokaktı bu. Üstelik yalnız evleriyle değil, sokak olarak da tescilliydi. Depremde yıkılan bir kaç niteliksiz duvarı fırsat bilip sağlam duvarları indirerek sokağı harabeye çevirenler, muhtemelen Kültür Varlıkları Kurulu’ndan izin alınmadan “tescilli sokak”ta yapılan bu izinsiz fizikî müdahalelerin her birinin 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olduğunu bilmiyorlardı..
Bu nedenlerle, aynı mahalle mensubu bir Urfalı olarak, sokağın şehrin hafızasına dair tarihî ve kültürel zenginliği kamuoyuyla paylaşmayı görev bildim.
Müslüm C.AKALIN
* * *
1930’lu yıllara kadar sur içinde yaşayan bir şehir görünümünde olan Urfa’nın şehrin kuzeyine bağlantısı, Hacıkâmilzâde Hacı Mehmet Efendi’nin 19. yüzyılın son yarısında yaptırmış olduğu köprüyle sağlandı.
1903 yılında Kürkçüzade Mahmud Nedim Efendi’nin inşasına başladığı konak, 1905-1906 yıllarında Urfa Mutasarrıfı Ethem Bey zamanında yapılan Urfa Hamidiye/Hastanesi, Eğitimci İhsan Şerif Saru’nun sürgüne gönderildiği Urfa’da 1906 yılında yaptırmış olduğu saray güzelliğindeki konak, Mutasarrıf Şehit Nusret Bey’in yaptırmış olduğu, Hacı Kâmil Köprüsü’nü kuzeye doğru bağlayan Mustafa Kemal Paşa Caddesi ve üzerindeki Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi, Harb-ı Umumi Şehitleri Anıtı, şehrin sur dışına taşan ilk yapılarıydı.
Cumhuriyet’in ilânından sonra Karakoyun Deresi kenarına Belediye binası, tiyatro binası ve bir kısım binanın yapılmasıyla şehrin kuzeye doğru surları aşıp genişleme faaliyetleri, 1939 yılında Karakoyun üzerine yapılan betonarme köprüyle hız kazandı.
Artık sur içindeki eski Urfa, doğrudan şehrin kuzeyine bağlanmıştı. 1940’lı yılların başında onaylanan, Urfa Belediye mühendis-mimarı Himmet Ölçmen’in imar plânı etüdü de o yıllara rastlar. Ve bu çalışmaları Erkek Sanat Okulu, Kız Enstitüsü ve Urfa Şehir Stadyumu ve diğer kamu binalarının yapımıyla; 1950’li yıllardan sonra da Bahçelievler ve Yenişehir Yapı Kooperatiflerinin kurulması takip eder.
1960-70’li yıllar ve sonraları ise; eski Urfa şehrinin sakinlerinin Bahçelievler ve Yenişehir mahallelerine taşınma sürecini yaşadıkları yıllardır. Sahipleri yeni mahallelere taşınan eski evlerin bir kısmı kendi haline terkedilmiş, bir kısmı kırsaldan şehre göçen ailelere satılmış, ekonomik durumu taşınmaya elverişli olmayan küçük bir bölümü ise yerlerinde kalmış ve sokaklarla evlerin büyük bölümü hayatiyetlerini devam ettirmişlerdir.
1990’lı yıllarda ŞURKAV’ın başlattığı sur içindeki eski evlerin restorasyonu ve onarımı çalışmaları eski evlere olan ilgiyi artırarak; sahiplerine evlerini onarma ve restore etme hevesi vermiş, 2000’li yıllardan sonra da bu ve benzeri evler turizmde kullanılmak maksadıyla ticarî ve bireysel ilgi merkezleri olmuşlardır. Ancak tahribatı davet eden kâr amaçlı aşkın kullanımlar özgün yapıları proje dışı müdahalelere maruz bırakmış, bürokrasinin ağır ihmal ve zâfiyetiyle evlerin bulundukları sokaklar, tabelâ vs. müdahalelerle ve yok edilen isimleriyle tanınmaz hale gelmişler, kimliklerini kaybetmişlerdir.
Bu hoyratlıktan nasibini alan sokaklardan biri de bugün Urfa’nın Eyyubiye ilçesi sınırları içinde yer alan Firûz Sokak’tır. Haşimiye Meydanından doğuya, Arapmeydanı’na doğru uzanan Meşarkiye caddesi üzerindeki “Çarhoğlu Camii”nin karşı tarafında kuzey-güney istikametinde uzanan bu sokak, halk arasında “Harun Beg’in Yokuşu” adıyla da tanınır. Sokağın sonu, kuzeybatıdan doğuya dönen Köleler sokağın bitimi ve Köroğlu sokağın başlangıcına çıkar. Yol, karşı tarafa geçip, adını Urfalı yazar Bekir Yıldız’ın ailesinden alan Şahap sokakla devam eder ve Yaşar Sokak’la buluştuktan sonra Hızanoğlu sokağına çıkar.
Çocukluğumuzda Firûz adını taşıyan sokağın adının nasıl “Prüz”e dönüşmüş olduğunu anlatmak için araştırma yaparken bir Urfa Şer’iye Sicili’ne rastladım: Urfa’nın Debbağhane mahallesi sakinlerinden Hüseyin oğlu Çarhoğlu Dellal Müslüm’ün evini Molla Halil oğlu Abacı Müslüm’e satışına dair Şer’i Sicil kararında, hudutlarında Harran Şeyhizade Mehmet oğlu Hüseyin’in evinin de bulunduğu ifade edilen evin, Dabbağhane Mahallesinin Firûz Paşa sokağında, 1. defterde 6 numaralı kapı olarak yer aldığı yazıyordu.
Bu evin Şer’i Sicildeki 11 Ağustos 1870 tarihli satış kaydının sınırlarına ilişkin olarak yaptığım araştırmada, sokağın doğu yakasında Harranşeyhizade Mehmet ve mirasçılarına ait evlerin bulunduğu ve çoktan el değiştirmiş bulunan bu evlerin eski tapu kayıtlarının hudutlarında ise “Çarhoğlu” ya da “Çarhoğlu Müslüm” ifadelerinin yer aldığı, bir başka deyişle hudutların birbirini doğruladığı görülüyordu.
1870’li yıllara doğru mahallelerin ve sokak isimlerinin kapı numaralarıyla resmi kayıtlara geçmesi Urfa’da Belediye teşkilatının kurulduğu tarihlere rastlar. Nitekim, Dabbakhane mahallesinde “Firûzpaşa Sokak” adıyla Şer’i Sicil’de geçen kaydın tarihi, Urfa Belediyesinin kurulduğu tarihin sonraları olan 1870 yılıdır. Yine başka bir kayıtta, M. 1881 tarihli Hakverdi bini Abdullah vakfının vakfiyesinde, “Firûz mahallesi sakinlerinden Tirşik Mehmet bin İshak bin Abdullah” kaydı bulunmaktadır. Bu şahıs 25 Mart 1880 tarihli başka bir Şer’i Sicil kaydında, Firûzpaşa Vakfı’nın yöneticisi ve Firûz Paşa’nın yeğeni Seyit Mehmet’in kızı Ayşe Hanım’ın vekili olarak görünmektedir.
Böylece, sokaklara resmi olarak ad ve kapı numarası verilen 1860’lı yılların sonunda “Firûz Paşa Sokak” adı verilen sokağın bugünkü Firûz Sokak olduğu, Cumhuriyetten sonra tapu vs. resmi kayıtlarda sokak adının “Firûz Sokak”a, daha sonra da tabela yazıcılarının cehline maruz kalarak “pürüz sokak”a ve son olarak da “prüz sokak”a dönüştürülmüş olduğu kesin olarak ortaya çıkıyordu.
*
Gezerken başınızı sık sık çevirerek baktığınız eski bir sokak, yalnızca evlerin sıralandığı ince uzun bir yol değildir. Orası zengin ve fakir ailelerin birlikte yaşadıkları; ölüm ve doğumların, üzüntü ve sevinçlerin, ağıt ve kahkahaların yüksek duvarlardan taşıp komşuluğun ortak ruhunda buluştuğu canlı mekânlardı. Firûz Paşa Sokak da bu özellikleri taşıyan tipik Urfa sokaklarından biriydi:
1. Kuzey-Güney istikametindeki Firûz sokağa Kuzeyden girildiğinde sağ tarafta görkemli bir kapı göze çarpar. Üstünde; bir taşa oyulmuş olan Fetih Suresi’nin birinci âyeti “İnnâ fettahnâ leke fethan mübînâ” yazılı 1890 tarihli kitâbe ile aile üyelerinden Mollazade Abdurrezak Efendi’nin Hac dönüşünde, bezeme yapılan ev kapısının üstüne yazılan 1964 tarihli “Maşallah” yazısı; evin içindeyse 1857 tarihli “Maşallah Mübarek bâ” yazılı bir kitâbe ve yine şair Sabir tarafından ebced hesabıyla tarih düşürülen 1899 tarihli başka bir kitâbe yer alır. Bu ev; Buhara’dan gelip Urfa’ya yerleşmiş bulunan Muhammed oğlu Hacı Süleyman Efendi’nin şehirde Mollaoğulları diye bilinen ailesinin evleriydi.
Süleyman Efendi, “93 Harbi” olarak bilinen 1877/78 Osmanlı Rus harbinde Rumeli’nde Şıpka Muhârebesinde şehit olan oğlu Ahmet’in ölüm haberini bu evde almış; ömrü cephelerde geçen, Karadağ’dan Kerkük’e, Kosova’dan Şıpka’ya kadar nice savaşlara katılıp Ruslara esir düşen ve Padişah’ın verdiği “3. Dereceden Mecidiye Nişanı” na sahip büyük oğlu Miralay Abdurrahman da, yıllar sonra İstanbul’dan misafirlikle geldiği Urfa’da, bu evde ölmüştü.
Süleyman Efendi’nin üçüncü oğlu, “Faik” mahlaslı şair Muhammed Durak, Hafif Süvari Alay kâtibi olarak katıldığı Kut’ül-Ammare muharebelerinde iki defa göğsünden yaralandıktan sonra üçüncü defa kalbinden kurşunla vurulup 1916’da şehit düştüğünde de ölüm haberi bu eve gelmişti, tıpkı kendisinden 29 gün sonra, katıldığı 1. Dünya Savaşı’ndan şehadet haberi yine bu eve gelen şair oğlu 21 yaşındaki askerî tıbbiye öğrencisi Abdulhadi gibi.. Muhammed Durak Efendi’nin, Dar’ülfünun Hukuk Fakültesini bitiren ilk Urfalı talebelerden biri olup orta mektep müdürlüğü de yapmış olan diğer oğlu, ateşli hatip, Kaymakam Abdulgani Özbay ile Galatasaray Lisesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu, Urfa Belediye Başkanlığı (1953-1954) ve Urfa Milletvekilliği (1954-1957) yapan, “Çoban Armağanı” adıyla yayınladığı şiir kitabını “hürriyet dostlarına” ithaf etmiş olan küçük oğlu, Abdulaziz Özbay da bu evde doğmuşlardı.
Yine, Fransız işgali altındaki Urfa’nın jandarma kumandanlığına atanan Yzb. Ali Saip Bey’in, kendisinden önce işgale karşı kurulmuş bulunan Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’yle yaptığı gizli tanışma toplantısı da, Süleyman Efendi’nin “12’ler”den olan küçük oğlu Mollazade Mahmut Efendi’nin sahiplerinden olduğu bu sokaktaki evde gerçekleşmişti.
Bir kısım insan şehrin tarihini yok etme peşindeyken, bu tarihî evin kapısının üstündeki “innâ fettahnâ leke fethan mübînâ” yazılı kitâbe de, ne yazık ki hırsızlar tarafından göz oyar gibi duvardan çıkarılarak çalınmış, ev; 6 Şubat 2023 depreminden sonra, etrafındaki harabeler arasında, kaderine terkedilmiş bir görünüme bürünmüştü.
2. Firûz Sokak’a halk arasında “Harun Beğ’in Yokuşu” denilen yokuşla girilir. Kayıtlarda, “Urfa’nın Debbağhane Mahallesinden tebaayı devlet-i aliyye-i Rusya ve Musevî milletinden İran Devlet-i Fehimesi Şehbenderi vekili Davut oğlu Harun Dayan Beğ” olarak adı geçen Harun Beğ zengin bir insan olup şehirde çok sayıda kıymetli mülkleri vardır. Harun Beğ tarafından satin alındıktan sonra “Yahudi Hanı” adıyla anılmaya başlanan, Sakıbiye Tekkesinin kurucusu, mutasavvıf ve şair Sakıp Efendi’nin oğlu Halil Beğ’in yaptırdığı “Halil Beğ Hanı“ bunlardan biriydi. Ama satın aldığı en özellikli mülk, 1869 yılında Firûz sokağın güneydeki girişinde doğuya doğru Köroğlu Sokak boyunca uzanan ve Urfa’da pek az örneği bulunan ve küçük bir saray benzeri olan evdir. Evin satıcısı, 1857 yılında Padişah tarafından “dirâyetli, liyâkâtli ve vücûhluga lâyık olduğundan” kendisine dergâh-ı ‘âli kâpucubaşılığı ünvanı verilen Köroğluzâde Haydar Ağa’dır. Kırım Savaşı’nda bölgesinin gönüllü kuvvetleri başında Sergerde olarak yer aldığı Rumeli Ordusu emrinde Silistre’de vefât etmis olan Köroğluzâde Muhammed Bakır Ağa’nın kardeşi olan Haydar Ağa, ölen kardeşinin mirasçılarıyla birlikte yarısına miras yoluyla; diğer yarısına da satın alma yoluyla malik olduğu bu evi Harun Beğ’e şu şekilde satmıştı:
“Debbağhane mahallesinde vaki, tarafları Harranşeyhîzâde Mehmed menzili ve Nâzlı Hatun menzilleri ve tarîk-i ‛âmm ile mahdûd bir Konak, Harem, Harem içinde yönü kıbleye bir büyük ahır ve yönü şarka iki adet kab ve önünde dört göz üzere eyvan ve üstünde yönü kıbleye iki adet çardak, ve içinde bir hazine odası ve yönü şarka bir büyük Köşk ve Harem dairesinde yönü kıbleye bir büyük kab ve bir odunluk katı ve bir koçboynuzu kab ve bir su kuyusu ve iki memşahane ve iki aded avlu ve Konak ve Harem dâiresinde bulunan havuzlarda Narıncı Câmi‘-i Şerîf’den gelen akarsuyun tamamını ve akan suyun yolları tamir gerektirirse yapılacak masrafların altı sehimde bir sehimi müşteri üzerine olmak üzere vasıfları belirtilen bir Konak ve Haremin tamamını, yirmibeşbin kuruşa adı geçen Harun’a kesin surette sattım. Konak ve Haremde benim asla ve katiyen müdahalem ve alâkam kalmamıştır, gönlünce, dilediği ve seçtiği şekilde kullansın.”.
Konak, Harem ve Köşk ve yapılar satışlarla el değiştirip yok olmuş, bugün bu muhteşem yapılardan yalnızca, içinde bahçe ve eyvanların bulunduğu ve varlığını tescil edilmiş olmasına borçlu olan bir tek bölüm ayakta kalmıştır. Bu evin hududu olarak tapu kaydında gösterilen ve Köroğlu Haydar Ağa’nın eşlerinden Nazlı Hanım’a ait olan bitişik büyükçe ev de yıllar sonra aynı akıbete uğrayıp satılmış, el değiştirmişti.
3. Firûz Sokakta kuzeyden güneye doğru ilerleyip yokuş aşağı inmeye başladığınızda sağ tarafta, çok derin olmayan bir tetirbede (çıkmaz) mütevazı bir ev vardı. Bu ev, Urfa’nın son zamanlarda yetiştirdiği büyük hafızlardan olup, icazetini hocası Çiftçinin oğlu Muhammed Hafızdan alan, Hacı İsmail Efendi’nin oğlu Kurra Muhammed Hafız’ın eviydi. Akkafa soyadını taşıyan ve aslen Şamlı olup ailesi 1870 senelerinde Urfa’ya gelen Muhammed Hafız Nakşibendî tarikatına mensup olup şeyhi, Kerküklü Abdurrahman Efendiydi ve “haktan kaçmaz, doğrudan şaşmaz” olarak bilinirdi. “Harun Beğin Yokuşu” ndaki evinden Karaköprü’deki bağına ve Cuma namazına gitmek dışında çıkmayıp evinin kapısının yanındaki hücrede çok sayıda talebe yetiştiren Muhammed Hafız, Urfalıların karşılaştığı sorunlara bulduğu pratik ve akılcı çözümleriyle de ünlenmişti. Karaköprü’deki bağının olduğu mevkideki bulvara adı verilmiş olan Hafız’ın; “..ölümünün ilân edilmeden cenazesini sokak aralarından geçirilerek sessizce Bediüzzaman mezarlığına defni” şeklindeki vasiyeti ailesince yerine getirilerek 1972 yılında Bediüzzaman mezarlığına defnedilmişti.
4. Sayısız hatıraların yaşadığı Firûz Sokak’taki evlerin büyük bölümü, 6 Şubat 2023 depremi sonrası kepçeyle indirilen duvar ve evlerin yıkıntılarıyla harabe-zâra dönmüştü. Niteliksiz dış duvarlara sahip az sayıdaki bir kısım evin bulunduğu sokakta depremle yıkılan niteliksiz malzeme ve taşlarla örülü bu duvarlar fırsat bilinip kepçeyle dalınan sokakta, bir kısmı tescilli, çoğu sağlam, kapı, duvar, avlu, eyvan, merdivenler gibi unsurlar, yerle bir edilmiş; yıkılıp terkedilen bu evlerde malik ya da kiracı olarak yaşamını sürdürmüş olan Göncü, Canbaz, Tekten, Bağdiken Sunay, Algın, Özbay, Çakallı, Us, Aydın, Çarhoğlu, Köroğlu, Ethemoğlu, Kardeşoğlu, Çayırcıoğlu, Olukoğlu, Kutluay, İncigöz ve soyadını hatırlayamadığımız çok sayıda Urfalı ailelerin; bir kısmı “korunması gerekli eski eser” olarak tescilli evleriyle anıları, yıkık duvarların ve harabelerin altında kalmıştı.
5. Oysa Firûz Sokağın farklı bir özelliği vardı.
2009 yılı sonlarında Şanlıurfa Kültür Varlıkları Bölge Kurulu’nun aldığı bir kararla, eski şehrin sivil mimari dokusunu temsil eden tescilli evlerin bulunduğu bazı sokaklar “sokak bazında tescil edilerek” ikinci bir korumaya alınmıştı. Firûz Sokak da bu sokaklardan biriydi. Ve sokakta yer alan tescilli evlerle bitişiğindeki yapılar mimarî ve fonksiyon yönünden Kurul kararına tabi olduktan başka sözü edilen tescilli sokaklar da bütünüyle, silûet, fonksiyon ve kullanım şartlarıyla Kurul’un gözetim ve denetimine tabi olacaklardı. Bir başka deyişle özel ve tüzel kişilerin; yalnız tescilli yapıların ve bitişiklerinin değil, bunların bulunduğu tescilli sokaktaki özgün silûet, görünüm ve yapı fonksiyonları dışına çıkabilmesi, sokağın özgün silûet, görünüm ve yapı fonksiyonlarına aykırı olarak farklı bir kullanım için ruhsat verebilmesi artık yasal olarak mümkün değildi.
6. Peki bu sokağa adı verilmiş olan Firuz Beğ/Paşa kimdi?
Doğum tarihi bilinmeyen ve aslen Urfalı olduğu kayıtlardan anlaşılan Firûz Paşa, tarihi kaynaklarda “Ruha Âyânı Rehavî Hacı Firûz Beğ” olarak geçmektedir. Firûz Beğ, uzun süren yaşamında Urfa’da; çoğunluğu dinî mimarîye ve su mimarisine ait olmak üzere çok sayıda hayır hizmetlerinde bulunmuş ve daha sonra da bu hizmetlerin devamını sağlamak için de Vakfiyesinde bağışlar yapmıştır:
- 1760– Ağ Cami’in tamirini yaptıran Firuz Bey, cami’in minaresinin kuzeyine bitişik dikdörtgen planlı bir oda şeklindeki Çeşmeyi de yaptırmıştır. Kitabesinde Hacı Firuz Beğ’in “Ağ Cami’in eski ve harabe bir kilise iken tamir edilerek camiye çevrildiği” yazılıdır. Firuz Beğ, bu havuza gelen su yollarıyla keniflerin onarım ve temizliği için 1787 tarihli Vakfiyesinde senelik bağışta da bulunmuştur.
- 1771- Firuz Bey, Suruç yolunda Şebeke dağları eteğinde “Deve Akabesi” adlı mevkide ve yine Payamlı mevkiinde Sarı Mağara yakınlarında yaptırdığı hayratlarına gelen su yolları ve yataklarının temizlenmesi için Vakfiyesinde senelik bağışta bulunmuştur.
- 1772- Kadim mescitlerden olup harabe haline gelmiş olan Kazgancı Mescidini onartıp minber ekleten Firuz Beğ, mescidin, hatip, müezzin, ferraş, yağ mumu, kandil, ihtiyaçları için Vakfiye’den günlük ve aylık para tahsis ettikten başka çocukların eğitimi için yaptırdığı hücrede verilecek dini eğitim görevi için de günlük ücret tahsis etmiştir.
- Firuz Bey, yine kadim yapılardan olup bütünüyle harap olmakla Hızanzade el-Hac Halil Ağa’nın yeniden bina edip tamir eylemesi nedeniyle sonraları Hızanoğlu Camii adını alan Karaburç Camii Şerifi derununda mihrap tarafında parlamaya hazır iki adet yağ mumunun tamiri gibi ihtiyaçlarla mübarek gecelerin seherinde hazin sesli temcithan için Vakfiyesinde aylık ve günlük ücretler tahsis etmiştir.
- 1780– Beykapısı’ndaki Karamusa Cami’inin onarım kitabesinde “Fahrü’l âyân Hacı Firuz Beğ cömertlik ve cömertlerbaşı ” olarak nitelenip “Allah, onun ömrünü uzun ve iki cihanda mutlu kılsın. O hayır sahibi, hem Kızıl Cami’i (Ulu Camii) hem de Ağ Cami’i (Nimetullah Cami) yenileyerek tamir ettirdi.” diye yazmaktadır. Firûz Bey yaptırmış olduğu havuza gelen su yolunun onarımı için tutulan görevliye ücretten başka kandil ve mum masrafları için de Vakfiyesinde senelik gelir tahsis etmiştir.
—————
- Ulu Cami’in kadimden beri su akan kârizlerinin yatak ve yolları külliyen harabe ve yıkılmış olmakla suyun aktığı havuz ve yolların onarım ve temizliği için Vakfiyesinde senelik ücret tahsis etmiştir.
- 1781- Ulu Cami güneyindeki Nakibzade İbrahim Efendi Medresesi’nin güney duvarındaki çeşme kitabesinde, “Urfa’nın her tarafını hayratlarla donatıp cennet yurduna çevirdiği” belirtilen Hacı Firûz Bey’in Âyân’dan ve Dergâh-ı Âli Kapucubaşısı olduğu belirtilmiştir.
- 1781– Ulu Cami minaresine bitişik yeni yaptırdığı dershane hücresinde halka eğitim vermeye muktedir bir hoca için Vakfiyesinde günlük ücret tahsis etmiştir.
- Günümüzde “Kardeşler Camii” adını taşıyan İhlâsiye Camii Şerifinde bir adet havuz yaptırmıştır.
- Günümüzde “Şeyh Saffet Tekkesi” adını taşıyan Hacıgâzi Tekkesi haricinde sebil ve bir adet selsebil yaptırmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtlarında Ruha Ayânı, Rakka Mütesellimi (1774), Rakka Valisi (1786) ve Diyarbakır Valisi (1787) olarak geçmekte olan Firuz Beğ, 1770’li yıllardan itibaren sosyal ve kamusal alanda görünürlük kazanmıştır.
“Bağdad kalesinin muhafazası için Rakka ve havalisinde Ruha ağalarından Firûz Bey marifetiyle yazılan sipahi neferleri” ifadesinden arazi müstelzimi olduğu görülen Firuz Beğ, Vezir Hasan Paşa’ya tevcih olunan Rakka eyaleti için Mütesellim naspedildikten sonra 1786 yılında kendisine Vezirlik görevi verilip Rakka Eyaleti tevcih edilmiş, daha sonra da Tuna boyunda harbeden Ordu için Anadolu’nun sağ ve orta kollarından asker sürücülüğü şartıyla Diyarbekir valiliğine tayin edilmiştir.
Sürekli olarak, gerçeğe uygun olsa da olmasa da hakkında yapılan çeşitli ihbarlara maruz kalan Firûz Paşa hakkında Padişah’ın tayin fermanında şöyle denilmektedir: “ Eski Rakka Valisi Firûz Paşa’ya Rakka eyaleti ve Sürücülük tevcih edilmiş iken eshab-ı garazın iftiralarıyle mezkûr eyalet ve Sürücülük Cezzar Ahmet Paşa’ya verilmişti. Firûz Paşa; hizmete istekli ve kudreti olduğundan ve (Millî) Timur üzerine Sürücülükle nasbında hizmet edeceğinden bahisle tayinini istirham eylemiş… Cezzar Ahmet Paşa Timur gailesiyle Rakka’dan beri gelemeyeceğine ve Sürücülere Diyarbakır Eyaletinin tevcihi eski usulden bulunduğuna göre Firûz Paşa’ya hizmet etmek şartıyla Diyarbakır Eyaletiyle Orta Kol Sürücülüğünün tevcihi münasip olacağı..”
Firuz Paşa, Yedikule’de hizmetini görmesi ve ihtiyaçlarının giderilmesi için akrabasından bir nefer ile iki azatlı kölesinin gönderilmesini ve bir Mushaf-ı şerif ile bir takım elbise gönderilmesini talebinde bulunur. Bu arada Saray’dan Firûz Paşa’nın, Delilbaşısı, Hazinedarı, Silahdârı ve “mahrem-i esrârı” olanların tutulup hapsedilmesi istenirken, Firuz Paşa’nın affı için üçyüz kese rüşvet verildiği sözünün halkın ağzında dolaştığını Şeyhülislâm’ın ihbar ettiği bildirilir. Daha sonra Midilli adasına sürülen Firûz Paşa kısa bir süre sonra Padişah tarafından önce Diyarbekir’de oturmak üzere kendisine 250 kuruş maaş tahsisi edilip daha sonra da Urfa’da ikamet şartıyla kendisine yarım kese akçe aylık tahsis edilmek suretiyle affedilir.
Vezirliği alınan Firûz Paşa’nın; hakkında bir süre sonra zimmetinde birçok mirî malı olduğu gibi rahat durmayıp asayişi bozan hareketlerde bulunduğu şikâyetleriyle Malatya’ya sürgünü bile söz konusu olur. Rakka valiliği zamanında eyaletin mukataalı malından zimmetinde kalan paranın hesabı da istenen Firûz Paşa’nın mukataalardan kalan borçları, vezirliği sırasında mirî araziden biriken borçları ve zimmeti takibe alınır.
1808 de Urfa’da vefat eden Hacı Firûz Paşa Ulu Camii haziresine gömülür. Mezar taşında, “Defn-i evvel sahib-i hayrat el-Hac Firuz Bey, sene 1223” yazılı olan kabrine, kendisinden yıllar sonra Urfa’da vefat eden Mutasarrıf Süleyman Rüştü Bey de gömülmüştür.
Firuz Paşa’nın soyunu devam ettirecek çocukları bulunmamaktadır ve körocak olarak vefat etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Evlâdı bulunmadığı içindir ki Vakfiyesinde yeğeni Seyyit Mehmet’i mütevelli nasb ve tayin etmiş, yeğeninin vefatında ise onun evlâdı ve evlâd-ı evlâdından akil ve reşit olanın mütevelli olacağını belirtmiştir. Zaten, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Başbakanlık Arşivlerindeki çok sayıda kayıtta Vakıf tevliyetinin yeğenleri ve yeğenlerinin evlâtları tarafından sürdürüldüğü görülmektedir.
Kayıtlara göre, Vakfiye gereği mütevelli görevini Firûz Beğ’in yeğeni ve bacısı oğlu olan Seyit Mehmet, Seyit Mehmet’in oğlu Abdulbaki kızı Rahime ve yine Seyit Mehmet’in oğlu Deliağa Ahmet kızı Ayşe sürdürmüşlerdir.
İLGİLİ HABER METNİ
Savaş veya arkeolojik kazı alanı değil; Kentsel Sit Alanı!
Av.Müslüm C. AKALIN
Araştırmacı Yazar Hukukçu