
İbrahim Halil Okuyan
30 Ocak 2008
Güneydoğuda daha terör olayları mevcut değilken “Mayın Mağdurları” dolaşmakta idi. Kimisi bacağını, kimisi kolunu bu zalim afete kaptırmış olarak kaderine razı olmuştu.
O zamanki sıkıntı yine “Geçim meselesi” idi. Ekmeğini doğrultamayan aile reisi bir ata binip Suriye’ye doğru yol alıyor, oradan getirdiği birkaç kilogram tütün veya o emsalde birkaç parça eşya ile geçimini sağlamağa çalışıyordu. Bu birkaç eşya bazen bir koyun sürüsü de olabiliyordu. ış kişinin kudretine göre şekil alıyor, ama hiçbir zaman can alıcı bir silaha dönüşmüyordu.. “Kaçak” yolunda çalışanların esas amacı “ekmek davası” oluyordu. Kimsenin kimse ile bir alıp-veremeyeceği bulunmuyordu.
Bu durum yıllarca bu şekilde devam etti. Kaçağa gidenlerden sakat olup dönenler, dönemeyenler, bu yolda hayatını kaybedenler acı bir tablo halinde günlerimizi karartıp gidiyordu.
ış bununla bitmedi. Masum bir ticari eylem halinde başlayan kaçak, sonradan esrar, silah ticareti gibi olumsuzluklara dönüştü. Terör halini aldı ve sonunda Türk ordusunun müdahalesini gerektirdi, ki sular duruldu. Bu noktaya gelinceye kadarki durum ise binlerce insanımızın hayatına mal oldu. Kadın, çocuk, yaşlı, genç insanlar teröre kurban verildi. Yüzlerce askerimiz şehit oldu. Ülkemiz bu kadar insanı ile birlikte milyonlarca doları da zayii etti. Kimsenin kâr hanesine bir kuruş yazılmadı. Teröristlerin de eline bir şey geçmedi. Cumhuriyetin kuruluşundan beri amaçlanan, fakat yapılmasına fırsat bulunamayan işler, yapılamadan olduğu yerde kaldı. Kaybedilen maddi servet GAP veya emsali bir yatırıma dönüştürülebilseydi, bugün bu büyük proje tamamlanmış ve bundan elde edilecek başka bir gelirle yenisi de ikmal edilmiş olurdu.
Neyse sağlık olsun. Umarız bu kadar ziyan ile defteri kapatırız. Yeni şeytanlar yeni fitnelerle karşımıza çıkıp yeni terörler ortaya çıkarmazlar. Millet, işinde gücünde normal hayatına devam edip gider.
Fakat iş olması gereken yerde pek durmuyor. Bugün Hastaneleri dolduran Gazilerimizin dışında kalan ve bir işe muhtaç olan vatandaşlarımız kaçakçılık yaptıkları yıllardan gelen bir alışkanlıkla hudut boylarında kaybettiklerini şu sıralarda elde etmek istiyorlar ve mayınlanmış bu arazilerin temizlenerek halka verilmesini arzu ediyorlar.
Elbette bu gibi arazilerin taliplisi çok olur. Suriye hududu boyunca 1950’li yıllardan beri “Nadasa bırakılmış gibi bekleyen, işlenmeyen tertemiz topraklar…” Bunlara ekilen tohumların nasıl bereketli olacağını hesap etmek, bu toprakların Hazine’ye katacağı geliri düşünmek bile bir “Karun ımparatorluğu” hayalini akla getiriyor. Kıbrıs alanı yüzölçümünde bir bereket yığını. Ek ek biç… Tekrar ek-biç..
Ancak, bu topraklar öyle hayal ettiğimiz gibi “sorunsuz” da değil. Bunların mayınlardan temizlenmesi lazım. Mayınların nereye gömüldüğü de fazla belli değil. Bunları ancak Askeri Kuvvetler çıkarabilir. Akçakale Sınır Kapısı için “devede kulak” bir bölümünün temizliği için bile ne kadar uğraşıldığını biliyorum da… Bunca arazinin tekrar vatan toprağı hüviyetine kavuşması için çok çalışmamız lazım. Bu toprağın 1950 ve öncesi gibi kalması da büyük kayıp olacağına göre iktidarın bir an önce harekete geçerek gereğini yapması, bu toprakları da mayınlardan arındırması lazım. Ondan sonrası kolay. Usulü dairesinde Urfalı çiftçilere de verebilir. Tapu sahiplerine de… Yeter ki bu topraklar kullanılabilir hale gelsin.
“Kaçakçılık” yaptıkları yıllarda sakat kalmış insanlar bu toprakları kullanmak istiyorlar. ısterlerse terör gazilerinin de hakları vardır. Buranın Ceylanpınar’dan daha geniş bir çiftlik haline getirilmesi de mümkündür. Devlet baba bir “Ol!” desin, gerisi kolay..