Kadına yönelik şiddetin önlenmesiyle ilgili tercih edilen tarihin 25 Kasım olarak belirlenmesinin nedeninin 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde, diktatör Rafael Trujillonun emriyle Mirabal kardeşlerin tecavüz edilerek öldürülmesidir. Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, “Bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ” şiddettir.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, önsüzünde kadınlara yönelik şiddeti, “erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir göstergesi” olarak tanımlar.”
1 Ocak –3 Nisan 2025 tarihleri arasında yaşanan şiddet türü vakalarını incelediğimizde; 98 kadın katledilirken, 156 kadın şüpheli bir şekilde hayatını yitirmiş, 207 kadın Şiddet / Yaralamaya, 240 kadın seks işçiliğine zorlanmaya, 41 kadın cinsel tacize, 5 kadın tecavüze maruz bırakılmıştır.
İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin ardından geçen süreçte, her yılın ilk 6 ayına baktığımızda kadın cinayeti sayısının arttığını görüyoruz. 2021’in ilk 6 ayında 131, 2022’nin ilk 6 ayında 164, 2023’ün ilk 6 ayında 147, 2024’ün ilk 6 ayında 205, 2025’in ilk 6 ayında ise 136 kadın öldürüldü. Derinleşen yoksulluk, temel haklara erişimde ve kadına, çocuğa karşı şiddette yargının tutumu, yasaların özüne ve sözüne uygun olmayan uygulamalar, kadınların çok çocuk yaparak sosyal ve ekonomik yaşamdan uzaklaştırılmalarının teşvik edilmesi kadına karşı şiddette tetikleyici nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Medyada namus, töre cinayetleri, koca-baba dayakları, her türlü şiddet olağanmış gibi verilmektedir.
Yargı kararlarında şiddete uğrayan kadının şiddet gösterene nasıl davrandığı, ne yaptığı, ne söylediği, gece sokağa çıkıp çıkmadığı, gezdiği yerin neresi olduğu, ya da nasıl giyindiği sorgulanıyor. Fiziksel, sözel ve cinsel şiddete uğrayan kadınların bunu hak edip hak etmediği konusu irdeleniyor ; sonuçta şiddet gösterenler yerine şiddet görenler ve hatta yaşamını yitirenler suçlanıyor, suçlu “mağdur”, mağdur suçlu olarak tanıtılıyor.

Yıllardır saptandığı gibi kadınlar özellikle en çok güven duyacakları eşleri, kardeşleri, sevdikleri ve diğer yakınları tarafından; evlerinde, iş yerlerinde, okulda, sokakta, ve her yerde şiddete uğramakta; Anayasa ve yasa hükümleri yaşama geçirilmemekte hatta bazen uygulanmamakta, kadınlar ve çocuklar korunamamaktadır.
Mimarı olduğumuz İstanbul Sözleşmesinden çekildiğimiz için yürürlükte olan 6284 sayılı Kanun’un amacına uygun olarak uygulanması zorunludur.
25 Kasım Günü kutlanması gereken bir gün olmayıp ülkemizde de kadına yönelik şiddetin önlenmesinin anlatılması ve farkındalık yaratılması için fırsat olarak değerlendirilmesi gereken gündür.
Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet her geçen gün artarak sürmekte olup sıradan bir olay hâline gelmiştir. Eşitsizlik ve cezasızlık ise şiddete yönelmeyi kolaylaştırmaktadır.
Medyada namus, töre cinayetleri, koca-baba dayakları, her türlü şiddet olağanmış gibi verilmektedir.
Kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi için Anayasa ve Uluslararası sözleşmeler gereği kamu otoritesinin pozitif yükümlülüklerini yerine getirilmesi, eşitlikçi ve kadın erkek arasındaki her türlü ayrımcılığı önleyici önlemlerin yaşama geçirilmesi ve kadınların-çocukların yaşam haklarının mutlak olarak korunması gerekmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü Kadına Yönelik Şiddeti; “Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış” şeklinde tanımıştır. Bu tanıma daha sonra ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakarak uygulanan ekonomik şiddette dahil edilmiştir.
Birleşmiş Milletler Avrupa Kadın Birimi Direktörüne göre, çevrimiçi cezasızlık ve incel kültürü kadınları giderek daha fazla tehlikeye atıyor. ‘Dijital şiddet gerçek şiddettir ve en çok kadınları vuruyor’ diyen yetkili, toplumsal cinsiyete yönelik tepkinin büyüdüğünü vurguladı.
Birleşmiş Milletler (BM) Avrupa ve Orta Asya UN Women Direktörü Belen Sanz’ın dijital şiddet konusundaki görüşünü paylaşıyorum. Gerçekten kadınlara yönelik çevrimiçi nefret artmakta ve bu gerçek hayatta cinsiyet temelli gerilimleri körüklemekte, genç kızlar ve kadınlar için giderek daha düşmanca bir ortam oluşturmaktadır.
Dijital şiddet gerçek şiddet ve yaşanan bir olgudur. Kadınlar ve kız çocukları bunu yaşıyor ve sonuçları çok ağır çünkü kadınların sesini, haklarını ve seçimlerini elinden alıyor.
Economist Intelligence Unit’in 2021 araştırmasına göre, Avrupa’daki kadınların yüzde 74’ü ya bizzat çevrimiçi şiddete maruz kaldı ya da başka bir kadının maruz kaldığına tanık oldu.
Belen Sanz, “Yapay zekâ ve dijital teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımı konusunda bir düzenleme olması kritik önem taşıyor,” dedi ve özellikle genç kız ve erkek çocuklarının aldıkları bilgiyi süzebilmelerinin hayati olduğunu vurguladı.
Evde, sokakta, iş yerinde yaşanan kadına yönelik şiddetin sorumlularının yargılanmasını ve caydırıcı yasal tedbirler alınmasını istiyoruz. Yargı kararlarında haksız tahrik hükümleri gelişigüzel değil, hukuka uygun olarak kullanılmalıdır. Şiddet gören, şiddete tanık olan çocuklarında suça sürüklenmeleri yolları kapatılmalı, çocuklar şiddet ortamından uzak olmalıdır.
Özellikle aile içi şiddet Türkiye de eş-dost nasıl karşılar diye gizlenmektedir. Bu husus başka alanlarda da yaygındır. Şiddet görmek değil, şiddet göstermek kınanmalıdır, cezalandırılmalıdır. Şiddet sadece kadının sorunu değildir, aslında hep söylendiği gibi bir erkek sorunudur ve genelde toplumların sorunu olarak değerlendirilmelidir.
İstanbul Sözleşmesinden bir gecede çekilme kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemede büyük bir eksiklik yaratmıştır.
Sonuçta uluslararası örneklerde gördüğümüz gibi şiddet önlenebilir bir olgudur. Bunun için Anayasamızın ve uluslararası sözleşmelerin kamu gücüne yüklediği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi, kadın-erkek arasında cinsiyete dayalı her türlü ayrımcı politikalara son verilmesi, her insan gibi kadınların yaşam haklarının da vazgeçilmez mutlak bir değer olarak görülmesi gerekir.
Yaşam hakkını ve insan onurunu korumak, kamu gücü için ve hepimiz için hem sorumluluk ve hem de bir yükümlülüktür.
Çünkü yaşam hakkı ve insan onuru kutsaldır,



0 Yorum