İbrahim Halil Okuyan
15 Mayıs 2017
görevlisi
ve CFR üyesi Samuel Huntington, “Türkiye İslamın
lideri olmalı! Bunun için de Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmeli” diye demeçler
vermiştir.,
Huntington “MEDENİYETLER
ÇATIŞMASI” adlı kitabında bir taraftan Türkiye’yi İslam’ın lideri olmaya teşvik
ederken, diğer taraftan çağdaş ve laik cumhuriyet projesini ve bu projenin
mimarı Atatürk’ü olabildiğince eleştirmiştir.
Huntington,
medeniyetler içinde İslam medeniyetinin başsız olduğunu belirtip Türkiye’nin İslam’ın
başı olamamasının nedenini Atatürk’e bağlamıştır.
Huntington şöyle
demiştir:
“Mustafa Kemal
Atatürk, 1920’li ve 1930’lu yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi dikkatlice
hesaplanmış devrim yoluyla halkını Osmanlı ve Müslüman geçmişinden uzaklaştırma
girişiminde bulundu.
Kemalizm’in temel
ilkeleri, ya da ‘altı ok’ halkçılık, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik,
devletçilik ve devrimcilikti.
Çokuluslu bir
imparatorluk fikrini reddeden Kemal, homojen bir ulus devlet meydana getirmeyi
amaçlamış, bu süreçte Ermeniler ve Yunanlılar ülkeden zorla kovulmuş ve
öldürülmüştü.
Daha sonra sultanı
tahttan indirdi ve Batılı tipte Cumhuriyetçi bir siyasal rejim kurdu.
Dinsel otoritenin
asli kaynağı olan Halifeliği kaldırdı.
Geleneksel eğitime
ve din işleri bakanlıklarına son verdi.
Bağımsız din
okullarını kapattı.
İslam hukukunu
uygulayan dinsel mahkemeleri lağvetti.
Onun yerine İsviçre
Medeni Yasası’na dayanan yeni bir hukuk sistemi kurdu.
Ayrıca geleneksel
takvimin yerine Gregoryen takvimi geçirdi ve İslam’ın devlet dini olmasına
resmen son verdi.
Büyük Petro’ya
öykünerek dinse gelenekçiliğin bir simgesi olduğu gerekçesiyle fesi yasakladı,
halkı şapka giymesi için teşvik etti ve Türkçenin Arap harfleriyle değil Latin
harfleriyle yazılmasını kararlaştırdı.
Bu son reformun
büyük bir önemi vardı:
Bu reform, Latin
harfleriyle okuma yazma öğrenen yeni kuşakların engin bir geleneksel literatüre
erişmesini imkansızlaştırdı.
Avrupa dillerinin
öğrenilmesini teşvik etti ve okuryazarlık oranını artırma sorununu büyük ölçüde
kolaylaştırdı.
Türk halkının,
ulusal, siyasal, dinsel ve kültürel kimliğini yeniden tanımlayan Kemal, 1930’lu yıllarda
enerjik bir şekilde Türkiye’nin ekonomik gelişmesini sağlamaya girişti.
Batılılaşma hem
modernleşmeyle el ele yürüdü, hem de modernleşmenin vasıtası oldu…”
Görüldüğü gibi
medeniyetleri çatıştırma ya kararlı olan Huntington’un kaleminden dökülen bu
cümleler, sanki bizim Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı kadim yobazlarımızın, dönme
liberallerimizin kaleminden dökülmüş gibidir!
Huntington’un
talebi şudur:
TÜRKİYE
ATATÜRKÇÜLÜKTEN VAZGEÇSİN!
Batı’nın karşısındaki
yeri belli olsun! Huntington’a göre Kemalizm medeniyet ithaliyle Türkiye’yi
Avrupalı yapmaya kalkan bir projedir, ancak başarısız olmuştur!
Çünkü ne kadar uğraşılırsa
uğraşılsın Türkiye Batılı olamamıştır!
Burada şu görüşü
savunmuştur:
“Batılı olmayan
toplumlar modernleşmek istiyorlarsa bunu Batılılar gibi değil, Japonya gibi
kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak ve
geliştirerek başarmak zorundadırlar.”,
Görülen o ki,
Huntington Japon medeniyetinden de bir şey anlamış değildir!
Huntington’a göre
Türkiye ne Ortadoğulu ne de Batılı olan, iki arada bir derede kalıp, tanımsız
ve kimliksiz bir ülke haline gelmiştir!
Burada
Huntington’u üzen Türkiye’nin bu durumu değildir kuşkusuz, Burada onu üzen
Türkiye’nin nerede durduğunun belli olmamasının Batı’ya sorun yaratmasıdır.
Huntington’a göre
Atatürk, çok sıkı laiklik
tanımıyla, Türkiye’nin,
Osmanlı Devleti’nin İslamcı rolünü devam ettirmesini engellemiştir.
Türkiye kendini
laik ülke olarak tanımladığı sürece İslam medeniyetinin önderi olamaz.
Bu nedenle Türkiye’nin bir
an önce Atatürk’ten ve Atatürk’ün laiklik tanımından kurtulması gerekir.
Huntington’a
göre, “Türkiye
Atatürk’ün mirasını bilinçli bir şekilde reddedip kendisini İslam’ın bir lideri
olarak yeniden tanımlamaya kalkışmadığı sürece…” Sorunlarını
çözemeyecektir!
Huntington şöyle
diyor:
“Türkiye İslam’ın
çekirdek devleti olmak için gerekli tarihe, nüfusa, orta düzey bir ekonomik
gelişmişliğe, ulusal birliğe, askeri yetenek ve geleneğe sahiptir.
Gelgelelim
Atatürk’ün Türkiye’yi net bir şekilde laik bir toplum olarak tanımlaması, Türk
Cumhuriyeti’nin bu rolü Osmanlı İmparatorluğu’ndan devr almasını önlemiştir.
Türkiye
anayasadaki laiklik ilkesine bağlılığından ötürü OIC’nin kurucu üyesi bile olamamıştır.
Türkiye kendisini
laik bir ülke olarak tanımladığı sürece İslam’ın liderliğine soyunma olasılığı
yoktur.
Bununla birlikte
Türkiye kendisini yeniden tanımladığı takdirde ne olur?
Türkiye bir
noktada Batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı
hüsran verici ve aşağılayıcı rolden vazgeçip, Batının temel İslami muhatabı ve
düşmanı olarak oynadığı çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden
üstlenmeye hazır hale gelebilir.
Köktendincilik
Türkiye’de tırmanışa geçmiştir.
Özal yönetimi altında
Türkiye Arap dünyasıyla özdeşlik kurmak için büyük çaba harcamıştır.
Orta Asya’da ılımlı
bir rol üstlenebilmek için etnik ve dinsel bağlantılarından faydalanmaya çalıştı.
Boşnak
Müslümanları desteklemiş ve cesaretlendirmiştir.
Balkanlar, Orta
Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’daki Müslümanlarla kapsamlı tarihsel bağlantılara
sahip olması bakımından Türkiye’nin Müslüman ülkeler arasında benzersiz bir
yeri vardır.
Türkiye’nin
sonuçta bir ‘Güney Afrika’ rolü kotarması hiç de mantık dışı değildir.Güney Afrika’nın ırk
ayrımcılığını ilga etmesi gibi, kendine yabancı olduğu gerekçesiyle laikliği
kaldırıp, kendi medeniyet kümesinde bir parya konumundan çıkarak bu medeniyetin
lideri haline gelebilir.
Güney Afrika, Hıristiyanlıkta
Batı’nın iyi ve kötü yanlarını ve ırk ayrımcılığını yaşayıp gördükten sonra
Afrika’ya liderlik etme vasfını özellikle kazandı.
Laiklik ve
demokraside Batı’nın iyi ve kötü yanlarını yaşayıp görmüş olan Türkiye de en az
onun kadar İslam’a liderlik etme vasfını kazanmış olabilir.
Ama bunu
yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden
daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır.
Böyle bir hamle
aynı zamanda Atatürk kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi
bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp çekirdek bir devlet haline getirmek için
gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri
gerektirir.”
Görüldüğü gibi
CIA görevlisi ve CFR üyesi Samuel Huntington, ABD çıkarları doğrultusunda
“dünya düzeninin yeniden kurulmasını” amacıyla kaleme aldığı “Medeniyetler Çatışması”
adlı kitabında açıkça Türkiye’nin Atatürk’ün mirasını reddetmesini, laiklikten
vazgeçmesini ve yeniden Osmanlının “ İslamcı” kimliğine dört elle sarılmasını
önermiş ve bu değişimi gerçekleştirecek bir Türkiye’nin İslam dünyasının lideri
olacağını belirtmiştir.
Huntington,
Atatürkçü çizgide laik, çağdaş ve demokratik bir Türkiye’nin ABD çıkarlarına aykırı,
yeniden Osmanlıcı-İslamcı köklerine sarılmış bir Türkiye’nin ise ABD çıkarlarına
uygun bir Türkiye olacağının farkındadır.
Çünkü ABD,
medeniyetler çatışması kuramında “ötekileştirilmiş ülkelere” ihtiyaç duymaktadır,
Ancak laiklik, çağdaşlık,
demokrasi gibi Batı’nın değerlerine (aslında evrensel değerlere) sahip
Atatürkçü bir Türkiye “ötekileştirilmiş bir ülke” olmayacağından ABD’nin
medeniyetler çatışması kuramında işe yaramayacaktır.
Oysaki yeniden
Osmanlının İslamcı köklerine yönelmiş bir Türkiye, “ÖTEKİLEŞTİRİLMİŞ ÜLKE”
olarak medeniyetler çatışmasında, İslamcı Osmanlı kimliğiyle ABD’nin fazlasıyla
işine yarayacaktır.
Huntington’un şu
cümlesi bu gerçeğin en açık ifadesidir:
“Türkiye bir
noktada Batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı
hüsran verici ve aşağılayıcı rolden vazgeçip, Batı’nın temel İslami muhatabı ve
düşmanı olarak oynadığı çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden
üstlenmeye hazır hale gelebilir.”
Görüldüğü gibi
Huntington, Türkiye’nin “Batı’nın temel İslami muhatabı ve düşmanı olarak”
kalmasını“ etkileyici ve onurlu tarihsel rol” olarak görmekte, bunun için de
Türkiye’yi ısrarla yeniden Osmanlıcı ve İslamcı olmaya çağırmaktadır!
CIA görevlisi ve
CFR üyesi Samuel Huntington’un Türkiye’nin İslami çizgiye kaymasını, İslam
dünyasının lideri olmasını istemesinin nedeni Türkiye’yi ya da İslamı çok sevmesinden
değildir kuşkusuz,
Huntigton’un tek
düşündüğü şey ABD’nin yüksek çıkarlarıdır ve bu çıkarlar, 1946’dan beri
olduğu gibi 1996’dan sonra da Türkiye’nin, Batı
medeniyetinin temellerindeki “akıl” artı “bilim” artı “laiklik” eşittir“ çağdaşlaşma”
formülünden biran önce uzaklaştırılmasını gerektirmektedir.
ABD, Ortadoğu’daki
çıkarları açısından çağdaş, laik, bilim üreten bir Türkiye yerine “İslamcı” ve
“savaşçı” bir Türkiye’den yanadır.
Nitekim bugün
(2013) ABD’nin egemenlik kurduğu İslam dünyasının neredeyse tamamı, Aklı ve bilimi
ikinci plana atmış, Radikal İslamcılıkla
ve radikal İslamcı gruplarla çepeçevre kuşatılmıştır.
ABD, Türkiye’nin
de benzer bir “DİNCİ KUŞATMAYA” kuşatılmasını istemektedir.
Bu kuşatmanın
önündeki en büyük engel ise Atatürk’tür.
Huntington’un
Türkiye’de Atatürk’ün mirasını reddedebilmek için en az Atatürk ayarında bir
lidere ihtiyaç olduğunu belirtmesi de dikkat çekicidir:
Huntington’un
ifadesiyle, “…Böyle bir hamle
aynı zamanda Atatürk kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölünmüş bir ülke
olmaktan çıkarıp çekirdek bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve
dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir”
Burada söz edilen
liderin “siyasal ve dinsel meşruluğu kendisine toplamış olan bir lider” olarak
tanımlaması da anlamlıdır.
Bilindiği gibi
Atatürk, laiklik ilkesiyle her şeyden önce siyasal ve dinsel meşruluğu
birbirinden ayırmış, bu amaçla saltanatı ve halifeliği birinden ayırıp sırasıyla
kaldırmıştır.
Görülen o ki CIA
görevlisi Huntington, Türkiye’ye siyasal ve dinsel meşruluğu yeniden bir araya
toplayan Osmanlı’nın sultan/halifesi gibi bir lider önermektedir.
Bu lider, AKP
Genel başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olabilir mi?
BOP’nin “EŞ
BAŞKANI” Erdoğan’ın hem sıkça yeniden Osmanlılaşmaktan söz etmesi, hem laiklikten
rahatsız olması, hem İslamcı bir dil kullanması, hem de niteliği
belirsiz bir Başkanlık Sistemi’ni gündeme getirmesi, Huntington’un
işaret ettiği Türkiye’yi Atatürk mirasından vaz geçirecek o liderin Recep
Tayyip Erdoğan olabileceğine yönelik şüpheleri arttırmaktadır doğrusu!
Huntington’un
“Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında sözünü ettiği “Atatürk’ün mirasını
reddedecek” o liderin Recep Tayyip Erdoğan olabileceğine yönelik çok güçlü
işaretler vardır, ancak Huntington’un o liderde aradığı en önemli özellik Recep
Tayyip Erdoğan’da yoktur;
Çünkü Atatürk’ten
sonraki bütün liderler gibi
Erdoğan da
“ATATÜRK KALİBRESİNDE” bir lider değildir!
Bu arada 2003’te
Irak’a “DEMOKRASİ” götürmeye kalkan ABD, Ne hikmetse
1996’da Türkiye’ye SULTANLIK/HALİFELİK götürmeye kalkmıştır!
1996 yılında
Huntington, “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında “Türkiye Atatürk’ün mirasını
reddetmelidir” dedikten bir yıl sonra başka CIA görevlileri de benzer
düşünceler ileri sürmüştür.
Örneğin, 1997 yılında
CIA ajanı Paul Henze, “Atatürkçülük
öldü; Nakşiler, Nurcular ilericidir!” demiş,
1998 yılında
CIA’nın eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller ise, “KEMALİZM’E SON;
OSMANLI’YLA ÖVÜNÜN, FETHULLAHÇI OLUN!” diye demeçler vermiştir.
Yine Hollandalı
Arie Oostlander’in hazırladığı AB raporuna göre Türkiye AB’ye gerçekten girmek
istiyorsa Kemalizm’den vaz geçmelidir!
CIA
görevlilerinin ve ajanlarının açıklamaları, AB raportörlerinin beyanları,
ABD’nin ve AB’nin
ısrarla Türkiye’den “ATATÜRK’ÜN MİRASININ REDDEDİLMESİNİ” istediklerini gözler
önüne sermektedir.
ABD ve AB,
Atatürk mirasından; yani, laiklikten, cumhuriyetçilikten, milliyetçilikten,
halkçılıktan, devletçilikten, devrimcilikten; yani “ÇAĞDAŞLIKTAN” ve “TAM BAĞIMSIZLIKTAN”
rahatsızdır.
Atatürk’ün Bağımsızlık
ve Aydınlanma Savaşı’ndan rahatsızdır.
1946’dan beri
neredeyse aralıksız olarak Atatürk mirasını yok etmek için Türkiye’yi Atatürk
mirasına düşman güdümlü iktidarların kontrolünde tutan ABD, 1993’ten beri
Türkiye’de Atatürk mirasının son kalıntılarını da tamamen temizlemenin hesaplarını
yapmıştır.
Bilindiği gibi
Atatürk, “BENİM MANEVİ MİRASIM AKIL VE BİLİMDİR” demiştir.
ABD, Türkiye’ye
“ATATÜRK’ÜN MİRASINI REDDEDİN” derken
Aslında “AKLI VE
BİLİMİ REDDEDİN” demek istemiştir.
Çünkü ABD, hatta
bütün Batı, aklı ve bilimi temel alan, düşünen, sorgulayan, üreten, bağımsızlığından
asla taviz vermeyen, ulusal egemenliğin/ demokrasinin tam anlamıyla işlediği
Atatürkçü çizgideki bir Türkiye’nin değil;
Aklı ve bilimi
ihmal eden, Dinle kandırılmış, düşünmeyen Sorgulamayan, Üretmeyen, Bağımsızlığa önem
vermeyen güdümlü bir
başkanın/halifenin egemenliğinde yeniden Osmanlılaşmış,
daha doğrusu “OSMANLICILIK” oynayan bir Türkiye arzulamaktadır.
Aslında Batı,
sadece Atatürk mirasından değil gerçek İslami mirastan da çok rahatsızdır.
Prof. Yaşar Nuri
Öztürk’ün dediği gibi, “Batı, yani AB ve ABD Türkiye’de iki mirası çökertmek
istiyor.
Biri, özgün İslam
mirası, öteki de özgün Atatürk mirası.
Hurafe İslam’ı,
Arap İslam’ı, Emevi İslam’ı, Batı’nın alkışladığı şeyler.
Onlardan hiçbir
rahatsızlığı yok.
Zaten o sahte ve
sözde İslamların temsilcileriyle işbirliği yaprak İslam dünyasını mahvediyor.
Mesela İslam’ı, ‘ZULÜM VE
EMPERYALİZM DÜŞMANI BİR DİN’ olarak algılayanlara asla yanaşmıyor.
Batı o İslam’dan
çok rahatsız. Ondan korkuyor…”
Sonuç olarak ABD
kendi çıkarlarına uygun bu Türkiye yaratmak için 1949’dan beri
ABD’li uzmanların şekillendirdiği “Milli Eğitim”in tornasından geçmiş, Atatürk mirasına
karşı, İslamcı/dinci ve Osmanlıcı siyasetçilerden, devlet adamlarından ve aydınlardan
yararlanmıştır, yararlanmaktadır.”
Devamı
EL-CEVAP’ta….
Atatürk ışığını
değil Huntington yedi düvel bir araya gelse de söndüremeyecektir.
Sinan MEYDAN
*,
Samuel Phillips
Huntington (18 Nisan 1927 New York, ABD – 24 Aralık2008)
“YAHUDİ” asıllı
Amerikalı siyaset bilimci.
Pek çok sayıda
çalışmaya imza atmış olmakla birlikte, Türkiye’de ve dünyanın çeşitli
yerlerinde daha çok Medeniyetler Çatışması adlı kitabıyla tanınmaktadır.
“Huntington,
kabile dinlerinden, tek tanrılı büyük dinlere kadar bütün inanç sistemlerini, 1900 ile 2000 yılları
arasındaki yüz yıllık seyirleri bakımından incelemiştir.
Yaptığı tahlilde
iki nokta dikkat çekicidir.
Bunlardan ilki, İslam
ile ateizm dışında bütün inançların düşüş sergilemiş olmasının tespitidir.
Bu tespit bize
gösteriyor ki, her şeye rağmen, hiç kırılmadan sürekli yükselme gösteren tek
din, İslam dinidir.
Huntington
bundan, özelde ABD’nin, Genelde Batı’nın
bugünkü politikalarını yönlendiren sonuçlar çıkarmıştır.