Konuk Yazar
1 Mart 2017
Seda Kaya Güler
Gerek televizyonlardaki tartışma programlarında gerekse kuruluşların düzenlediği panel ve açık oturumlarda söz kadın ve siyasete geldiğinde hep şu görüş öne sürülür:
“Türk kadını seçme ve seçilme hakkını birçok medeni ülkeden önce aldı. Ve de istemeden aldı. Oy hakkı kadınlara Atatürk tarafından altın tepside sunuldu.” Evet, Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkını başta medeni kanunu örnek aldığımız İsviçre olmak üzere Fransa, Belçika, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinden önce elde etti ama bu hakkı kadınlarına tanıyan ilk ülke biz değiliz.
Bu konu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü haftasında olduğumuz için bu günlerde yine gündeme gelecek. Ve yapılan tüm etkinliklerde dile getirilecek.
O yüzden bir kez daha değineyim istedim. İlk kez 1893’de Yeni Zelanda’da kadınlara seçme hakkı tanındı. Seçilme hakkı ise 1928’de verildi. 1906’da Finlandiya kadın vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi oldu.
Finlandiya dünyada ilk kadın milletvekillerinin meclise girdiği ülke unvanını da taşır. 1907’de 17 kadın parlamentoya girdi.
Bizden önce bu hakkı kadınlarına tanıyan ülkeler arasında Norveç, Danimarka, İzlanda, Kanada, İngiltere, İsveç, ABD ve İtalya geliyor.
KADIN MÜCADELESİ
Bize gelince… 1930’da Türk kadınları yerel seçimlerde seçme hakkını kazandı. 1933’te muhtar seçme ve köy heyetine katılma, 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkını aldı. 1935’te yapılan seçimlerde Meclis’e 17 kadın girdi. 1936 ara seçiminde bu sayı 18’e çıktı.
Gelelim ikinci yanlışa. Kadınlarımızın bu hakkı istemeden elde etme meselesine. Evet, kadınlarımızın çoğu şimdi olduğu gibi kendilerinin seçtiği değil başkalarının onlara biçtiği hayatı yaşıyordu ama ülkenin okumuş, yazmış ve iyi bir eğitim almış kadınları Avrupalı hemcinslerinin oy mücadelesini yakından takip ediyor ve bunun savaşını veriyorlardı.
1908’teki II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Anayasa’nın daha demokratikleşmesi ve hürriyetlerin daha genişletilmesi sonucu kadınlarımız siyasal alana ilgi duymaya başlıyorlar. Hatta o günlerde İttihat ve Terakki’nin Rumeli’de kadın kollarında 40 kadın üye olduğunu ve çoğu kadının gizlice cemiyet için çalıştığını biliyoruz.
KADIN HALK FIRKASI
Kadın yazarlar kadınların durumunda iyileşme sağlamanın birinci koşulu olarak kadın eğitiminin yaygınlaştırılması gerektiği üzerinde duruyorlardı. Örneğin Selma Rıza önce kadınların eğitiminin yaygınlaştırılacağını hemen sonra çok kadınla evliliğe karşı kampanya başlatacaklarına değiniyordu. Keza Şair Nigar, kadınlar için adalet ve eşitlik talep ediyor, erkeklerin kadınları süs eşyası gibi görmekten vazgeçmesini, kadın eğitimine destek olmaları gerektiğini bildiriyordu.
Halide Edip, Nakiye Elgün ve Nezihe Muhiddin gibi isimler, kadınların siyasal alana katılmasını savunuyordu.
Yaprak Zihinoğlu’nun Metis Yayınları’ndan çıkan “Kadınsız İnkilap/Nezihe Muhiddin/ Kadınlar Halk Fırkası/Kadın Birliği” kitabında bu mücadelenin öyküsü anlatılıyor. Kitapta da anlatıldığı gibi 30 Mayıs 1923’te aralarında Nezihe Muhiddin’in de bulunduğu on üç kadın “siyasal hakların” alınması için mücadele başlatıyorlar.
Örgütlenmek üzere de bir kadınlar şurası toplamaya karar veriliyor. Şura’ya bütün kadın cemiyetleri ikişer delege ile katılacak ve lise ile yüksekokul mezunu tüm kadınlar çağrılıyordu.
15 Haziran’da Darülfünun konferans salonunda gerçekleştirilen toplantının ardından Nezihe Muhiddin’in başkanlığında Kadınlar Halk Fırkası kuruluyor.
Ne var ki önce İstanbul valisi sonra da hükümet kadınların parti kurmasına izin vermiyor.
Ve fırka kadınlar Birliği olarak yoluna devem ediyor. Neler olduğunu merak ediyorsanız kitabı okumanızı öneririm.