Konuk Yazar
15 Temmuz 2016
Türkiye’de
yabancıların çalışma izinleri ile vatandaşlığa kabul şartları konularında yeni
bir düzenleme yapılacak. Her iki konuda da ihtiyaç büyük, zira ülkemizde
yabancılara uygulanan mevzuat adeta onları kaçırmaya yönelik. Üstelik her
yabancı için ayrı kural uygulanıyor; bir de fiili yabancılaştırmalar söz
konusu.
Bir Fransız
meslektaşım Anadolu’daki üniversitelere “yabancı öğretim üyesi kontenjanından
başvurmuş, uzun yanıt sürelerini beklemiş, defalarca YÖK’e gitmiş ve sonunda
hepsinden olumsuz yanıt almıştı. Bunun üzerine on yıldan fazla süredir
Türkiye’de yaşadığı için tüm zorlukları göze alarak Türkiye vatandaşlığına
geçmiş ve bu yeni kimliği ile yeniden başvurularını yapmıştı. Ancak Türkiye
vatandaşı olmasına rağmen hala “yabancı” muamelesi görerek işe alınmamış ve beş
yıllık mücadelesinin sonunda yılıp doğduğu ülkeye geri dönmüştü. Dolayısıyla
yabancı ile vatandaş konusunun yeniden tartışılmasında gerçekten yarar
bulunuyor.
Vatandaşlık ve
çalışma izni konuları ise iki ayrı mesele; vatandaşlık kazanıldıktan sonra
ayrıca çalışma izni konusu ortadan kalkar. Çalışma izni verilenlerin de
vatandaş olması gerekmez. Vatandaşlık, kaybedilmesi zor bir statüdür; çalışma
izni ise sürelidir, üstelik kolaylıkla iptal edilebilir.
Yabancı kim?
Türkiye’nin,
“yabancılar”dan kurulu bir imparatorluğun mirası üzerine inşa olduğundan,
başkalarıyla birlikte yaşama kültürünü en fazla benimsemiş ülke olması
beklenir. Ancak cumhuriyet tarihinin adeta bu özelliği silmeye yönelik geçmişi,
yabancı şüpheciliğinin yaygınlaşmasına yol açtı. Bugün de konu bu bağlamda ve
millet düzleminde tartışılıyor, başkalarıyla bir arada yaşama geleneği,
çoğulculuk ve gerçek vatandaşlık üzerinden değil.
Türkiye’de 1,5
milyon kadar Suriyeli bulunuyor ve bunların yaklaşık sadece 350 bin kadarı
vatandaşlık kazanabilecek gibi gözüküyor. Öte yandan pek çok başka ülkeden
gelmiş ve yıllardır Türkiye’de yaşayan, çalışan, iş kuran insanlar bulunuyor.
Bunların büyük bir bölümü kayıt dışı, yasal olarak iş yapmak isteyenler de bunu
Türkiye vatandaşı olan kişilerle ortaklık kurarak gerçekleştiriyorlar.
Dolayısıyla fiilen çoktan yabancı olmaktan çıkmış ama hala vatandaş olamamış
çok insan var. Tıpkı vatandaş olup da hala yabancı görülenler gibi.
Vatandaş kim?
Yurttaş
olmadıkları ya da çalışma hakları bulunmadığı için bu insanlar vergi ödemiyor,
yasal evlilik yapamıyor, okula gidemiyor, askerlik yapmıyor, hatta dil öğrenmek
zorunda bile kalmıyorlar. Sonuçta Türkiye vatandaşlarının hak ve
sorumluluklarından muaf yaşıyorlar.
Sorun şu ki, bu
insanlar varlar. Türkiye’ye gelme nedenlerinin içinde ise baş sırayı can
korkusu alıyor. Diğer bir neden ise ülkelerinde hayatlarını idame ettirecek
ekonomik koşulların bulunmaması. Yani çok sayıda insan, daha iyi bir iş için
değil, sadece bir iş için geliyor.
“Türkiye’de bunca
işsiz varken, bir de bu insanlar….” diyerek hükümeti vatandaşlarını mağdur
eden olarak göstermeye çalışmanın da, bu bağlamda gerçekliklerle ilgisi zayıf.
Zira bu insanlar ekonomik yaşamın içindeler. Diğer bir ifadeyle sosyal
piyasanın rekabet çarkları içinde zaten yer alıyorlar, ancak kayıt dışı
olduklarından sorumlulukları yok ve böylece haksız rekabetten yararlanıyorlar.
Kısacası hak
vermek gibi görünen bir konunun aslında sorumluluk verme olduğunun anlaşılması,
ancak sorunun sosyolojik ve siyasi yönüne odaklanılması gerekiyor. Zira konu,
giderek makbul vatandaşlık kavramı üzerinden yeniden vatandaşlık meselesinin
tartışılmasının önünü açıyor.