Sabri Dişli
11 Nisan 2008
KARALÖK’ÜN BAğI… şehit düşen
Hacı Ahmet Rastgeldi’nin öyküsü
TV Oyunu 1. Perde:
Urfa’ya çöken karabulutların üstünden iri bal rengi gözlerini gezdirdi, dönüp içeriye seslendi.
Rastgeldi zade Hacı Ahmet:
Avrat, Cepheye gidiyem, şehit olmağa gidiyem, şayet Cennet kapısını açabilirsem, yani şehit olursam, kanlı tabutuma zılgıt çal ve kızıma iyi bak. Sakın ha ağlamayasın. Gazi olursam Urfa’nın kurtuluşunda bir yarayı madalya bilip şerefle taşıyacağım. şayet sağlam gelirsem bil ki yeri göğü yaratan beni çok sevmiş ve saklamış veyahut da Allahım beni kabul etmemek için bana garaz etmiş. Urfa semalarındaki mavi gök üstünde de siyah bulutları mutlaka dağıtmağa gidiyğ. Allah’a ısmarladık.
Karalök’ün bağından amansız mermi yağmuru ve atılan bombalardan yükselen dumanı, gökten inmiş bulutlara benzeterek yürüdü. Bedi-i Zaman’ın yüce mezarlarından birine dayandı. Etrafındakilerin farkına varmadan sanki Allah’la konuşuyordu.
Allahım! Sana geliyorum. Bunu bana çok görme, körü körüne gitmiyorum. Vuracağım, bu yolda ölmek var. Fakat ne olur Allahım! Evliyalarını, enbiyalarını yaratıp Peygamberleri şehrimde doğurtan sen değil misin? Gözümde, kirpiğimde saçımın her telinde senin eserinin kokusu yok mu? En karanlık, en izbe yerlerde hazır değil misin? Bana çok görme… Ayandır ki evimle yurdumla helâllaştım.
Onunla savaşanlar pir dikkat Hacı Ahmet’i dinlerken, vücutlardaki kıllar gökyüzüne doğru dimdik durdu. Aynı duygu hissiyatıyla yürekleri titredi. Dayandı mezardan yavaşça doğruldu.
H.Ahmet:
Geliyorum, beşikteki yavruya acımadan vuran kahpe düşman… Geliyorum! Evine unluğunu götüren genci kalleşçe arkadan vuran düşman… Geliyorum! Kuyu başında öldürdüğün bacılarımın intikâmını almak için geliyorum! Bu toprağın üstünde sana yaşama hakkı vermemek için geliyorum… Ve seni, ölsem de dize getirmek için geliyorum.
Sırmalı abasını soyup köylüsüne uzatarak:
-Halil var şu azap abamı al, bani takip et, ölürsem abama sararsın çünkü dedemden kalmıştır.
Abasını giyerek barut kokan dumanlar arasına girdi, Allah! nidasıyla bağırıyordu. Ağır makinelinin üstüne gidiyordu. Çoktan yara aldığı halde tüm gücünü toplayarak, herkesin hayret bakışları arasında ilerliyordu. Son mermisine kadar attı. Tam bağın ağılına yaklaştı ki bıçak gibi sesler kesildi.
Hacı Ahmet’in vücudundan oluk oluk akan kan yağan karın üzerini bayrak gibi kızıl kana boyanmıştı.
Taze kanın buharı gökyüzüne doğru yükseliyordu. Artık Hacı Ahmed’in yeri göğü sarsan Allah nidasıyla kükreyen sesi susmuştu.
Düşman komutanı bu kahramanın naşını getirmeleri için askerlerine emrettiyse de; askerler cesur adamın naşını içeriye çekmeye cesaret edemediler.
Fakat Halil ve arkadaşları Hacı Ahmet’in cansız bedenini almak için yağmur gibi akan kurşun top güllelerine karşı gittiler, cesur Hacı Ahmet’in kalbura dönmüş vücudunu ancak bir kendire bağlayarak çekebildiler.
Vasiyet ettiği gibi dede yadigârı abasına sararak omuzlara alıp, Bediizaman’ın önünden evine götürdüler.
Ne şivan sesi, ne çığlık sesi vardı.
Sadece o ses haykırıyordu!
Avradı: Zılgıt…zılgıt…zılgıt!..
Çalın bir güveyi cennete gönderiyoruz. Ne durisiz ! zıygıt…zılgıt…zılgıt!..
Tüm sesler selama durmuşçasına susmuş… Gök kubbede yalnızca zılgıt yankılanıyordu.
Bir kurtuluş kahramanı cennete uçup göçtü.
Bu kahramanın ruhuna fatiha…