Sabri Dişli
11 Ocak 2008
Üç-beş ekmeği doladığı torbaya sımsıkı sarılmıştı…
Sıcaktı ekmek…
Ama sokak soğuktu, sabah ayazı kesiyordu…
Yıpranmış kazağın boğaz kısmından, iki kat üst üste giydiği gömleklerin yakası görünüyordu…
Arada bir akan burnunu mendil yerine kullandığı dirseğiyle siliyordu…
Bıyığı yeni terlemeye başlamış… Yanağı ve burun ucu soğuktan Amasya elması gibi kızarmıştı…
Sabah maratonunun startı verilmişti, fırıncı çırağı Mehmet’e;
Melisa Apt 18’e, Çankaya Apt. 17 numaraya, bir diğerine, 5. katta çıkacaktı…
Kat-kat katlayacaktı apartmanları, ekmek servisi yaparken…
Fettan bakan gözleriyle bana bir gülücük attı…
“Ya benim bu saatte okulda olmam gerekmiyor mu?” dercesine gülüştük Mehmet’le…
Belleğime o genç düştü… Fırıncı o genç çocuk.
Yine bir sabah ayazı ekmek servisine çıkmış, ayrıcalıklı beyimin asansör boşluğuna düşmüş, yaşamını yitirmişti.
Belki asansöre binmek, onun için lunapark’a gitmek kadar eğlenceliydi…
Hevesle bindiği boşluğu görememişti…
Yaşam yaşı kimi haber bültenlerine 14, kimine de 16 olarak düştü…
O kadar yaşamış mıydı? Servis yaparken.
Umarsızlık, duyarsızlık uğruna gençliğe henüz adımını atmış bir fidan ağaç olmadan yıkılıvermişti.
O günden sonra 7 düvelde at koşturmuş anlı-şanlı tarihe sahip, bugün AB kapılarına dayanmış, lazer ışınlarıyla hedef vurabilen bir ülkenin vatandaşıydı… O çocuk…
O güçlü devletin çocuğuydu.
Haber malzemesi olmanın dışında, o günden sonra önlem alacaktı o güçlü devlet…
Fırında çalışan çocuk işçilerin denetimi yapılacak, iş standardı getirilecekti…
Apartman asansörüyle caka satan, lâkin asansörün kontrol masrafından kaçınanlarla, binaların cümle asansörleri denetimden getirilecekti…
AB kapılarına dayanan şanlı tarihin torunu olan yöneticilerine yakışan bu olmalıydı…
Oldu mu?
Olmadı.
Fırıncı Mehmet güldü o sabah bana…
Hadi canım sende! dercesine…
Zirto! dercesine…
Sende gazetede yazıyorsun ha, ‘şeyimin kenarı’ dercesine… Güldü.
Mehmet fırında yeni çıkmış sıcak ekmeğe sımsıkı sarılmış ısınırken, bir apartmandan içeri daldı…
Gitti…