Mehmet Göncü
12 Aralık 2012
Geçen hafta sıra gecelerimize gelerek, ilimizin büyük şehir olmasıyla ilgili aydınlatıcı bir bilgi sunan Karaköprü Belediye Başkanı Avukat Sayın Nihat Çiftçi’den çok önemli ve faydalı malumatlar edindik.
Karaköprü’de az zamanda çok işler başarılmış ve daha da güzel gelişmeler olacağı da bir gerçek. Bu zengin potansiyeli dinamizme çevirecek imkânlar Karaköprü’nün ilçe olmasıyla büyük bir hız kazanacaktır. Ben şahsen bu gelişmelere çok sevinirken, hafızam beni bir an çocukluk yıllarımdaki Karaköprü’ye götürdü.
Çocukluğumun hemen hemen her yazını ailece Karaköprü’nün Kuzey batısında bulunan üzüm bağlarına kurduğumuz haymalarda ve çadırlarda geçirirdik.
Ailenin yetişkin erkekleri, sabah namazından sonra merkeplere binerek, şehirdeki işlerinin başına giderler, kadınlar ise günlük rutin işleriyle meşgul olurlardı.
Biz çocuklar ise, eşeklerle suya gider, şimdi kurumuş olan ve adına Akpıyar dediğimiz gözeden tenekelerle su getirirdik. Daha sonra yine merkeplerle, yakacak için tezek toplamaya giderdik. Zaman kalınca da o dönemde yaz-kış Maşuk ve Kızlar köyü tarafından gelen ve şırıl şırıl akan derede yıkanır, zehirsiz su yılanları, Kurbağa ve kaplumbağalarla oynar, acıkınca da olgunlaşmış siyah böğürtlenlerle açlığımızı gidermeye çalışırdık.
Yani yaşamı yaşayarak öğrenir ve doğayı tanıyarak büyürdük.
Bakın bu manada bir anımı size anlatayım;
Aradan nerdeyse altmış yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen olayı bugün gibi hatırlıyorum. O tarihte bir gün Mehmet Nuri amcama ben de bir eşek istiyorum diye talepte bulundum. Rahmetli amcam beni çok severdi. “Peki” dedi. Birlikte Beykapısı’na gittik. Mezattan bana bir liraya siyah bir eşek satın aldı.
Çok sakin görünümlü eşekle hemen o gün su getirmeye ben gitmek için ısrar edince onlar da hadi git dediler. Ben de eşeğin sırtına iki teneke yükleyip yola çıktım. Bu arada kendi kendime de vakit henüz var. Karaköprü’de bostan sulama havuzlarının birinde biraz yüzeyim, suyu sonra götürürüm diye düşündüm ve düşündüğümü de yaptım. Gidip bostan havuzlarının birinde yüzmeye başladım. Çocuk aklımla bir an eşeğimin de yüzüp serinlemesini aklımdan geçirdim. Sudan çıktım, eşeğin sırtındaki boş tenekeleri indirdim, palanı çözdüm. Eşeği havuzun kenarına getirip yan tarafından süratle ittim. Eşek havuza düştü, başladı bir boydan bir boya yüzmeye. Ancak hayvan çıkmak istiyor, çıkamıyor. Su derin, hayvan burnundan soluyor. Bir türlü çıkamıyor. Baktım ki eşek sudan çıkamıyor. Bastım feryadı; “Eşeğim suya düştü, boğulacak!” Diye..
Neyse ki; tarlalarda çalışan yetişkin güçlü insanlar var. Hemen yardıma koştular, belki on kişi geldi, Kalas, direk getirdiler. Bin bir zorlukla eşeği sudan çıkardılar. Eşek bir müddet sirkelendi ve dinlendi.
Haymaya dönme zamanım geçti diye eşeğe palanını bağlamak için yanına gittiğimde ise bana öyle bir çifte vurdu ki, ayak kaval kemiğim günlerce acıdı. Ancak, başka çifte de atmadı, yalnız bir tane. Böylelikle ödeştik.
Sonra geç de olsa suyu bağdakilere yetiştirdim ama epeyi de azar işittim.
Şimdiki Karaköprü çok güzel, yazları serin, gecekondusu olmayan şirin ve modern bir yer olmuş. Avukat Nihat Çiftçi gibi engin gönüllü, şeffaf bir yaklaşımla basını sürekli bilgilendiren çalışkan bir Belediye başkanları var.
Ama ben yine de çocukluk yıllarımda kurbağalarla birlikte yüzdüğüm dereyi, fıstık ve üzüm kokan Karaköprü’yü ve halamın çirpi ateşinde pişirdiği saca basmayı çok ama çok özlüyorum.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileği ile kalın sağlıcakla…