Sabri Dişli
22 Ağustos 2007
Pazar günü…
Televizyon, Internet gibi elektronik haberleri dinlemekten uzak bir hafta sonu geçirmeyi kafaya koymuşum… şehir dışındayım. Uzaklarda bir yerlerde. Yıllardır okumaya çalışıp bir türlü potuna düşürüp, okuyamadığım kitapları okumaya çalışıyorum.…
Ama olmuyor…
Bir dostun getirdiği günlük gazetelerin manşetleriyle irkiliyorum…
Manşet dahil hemen her sayfasında Urfa var…
Kazalar, boğulmalar, korsanlar…
Gazeteci dostum Nejat Kırbulut kara hafta sonunda meydana gelen olayları haberinde “Kanlıurfa” başlığıyla sıralamış.
Hani tarım işçilerine, fondan nakliye parası sağlanacaktı?
N’oldu…
Hani denetimler sıklaştırılacaktı?
Efendim: kaza kontrol noktasına 300 metre kala olmuşta…
şimdiye kadar şu kadar sayıda araç yakalanmışta…
şimdi bu mazeret mi?
Dostum Burhan Akar, “Urfa da son 48 saatte 40’tan fazla insan; aymazlığın, denetimsizliğin, cahilliğin kurbanı oldu şimdi yazmayacaksın da, ne zaman yazacaksın?!” diye bir haber salmış…
Benden ne çıkar Burhan kardeş… çarşaf çarşaf ulusala düşmüşüz… Kimin umurunda…
Olur olmaz yere diktiğimiz koca bayraklar yarıya indi de; bir ben mi duyarsız kaldım.
Efendim bayan vekilimiz demiş ki; “BU KAZALARIN YAşANMAMASI ıÇıN ELıMDEN GELEN HERşEYı YAPACAğIM”
Seçimden önce ve sonra hangi vekil ne demiş? çetelesini tutuyorum…
Demeçleri hemen kayıt altına alıyorum… Demecin sonucu ve çözüm için atılacak adımları… demeççilerin haberi ola…
Gazete haberlerinde hafta sonu meydana gelen “kara haberleri” Sabah gazetesi yazarı Umur Talu ne de güzel yorumlamış…
Eğer vakit bulursanız okumanızı tavsiye ederim…
**********
Ozanı kim Öldürdü…
26 Haziran 2006’da Dipsiz Kuyu’nun başlığı “Ölmesinler diye” idi.
Ama Ozan öldü. Günlük gazetelerden uzak.
“SSPE’li çocukları sistem tarafından gizlice ölüme terk edilen, sessiz çığlıklarını duyuramayan anneler”i, o annelerden Gülsüm Hanım’ı, 13 yıl boyunca “sistemin vurduğu” evladı için verdiği mücadeleyi yazmışım.
14 yıl olmuş sonunda.
Sonunda Ozan veda etti.
Gülsüm Çakır aslında hiç pes etmemişti.
Varlıklı ailesi o mücadelede yoksullaştı.
Baba, artık nasıl duygularla ise, çoktan pes edip hasta evladından uzaklaşmıştı.
Gülsüm Hanım, kendi evladı, Ozan’ı için verdiği mücadeleyi benzer durumdaki tüm aileler için de bir umut haline getirmişti. Yıllar boyu, hem de devletin, Sağlık Bakanlığı’nın, eksik veya yanlış doz “kızamık aşısı” uygulaması yüzünden, uyarılara kulak asılmaması yüzünden, yüzlerce çocuk “SSPE” denen hastalığa yakalanmıştı.
Konuşanlar konuşamaz olmuş, yürüyenler yürüyemez hale gelmiş, pırıl pırıl zeka fışkıran niceleri hayattan kopmuştu.
O kadar ki, misal ızmir’de bir aile, oğullarını hastalığa kaptırmış, SSPE pençesinde kıvranan kızlarını kurtarmak için çırpınır olmuştu.
ışte Ozan da öyleydi.
Annesi de öyleydi.
Çok şey kaybetmişler, sonunda bir “kondu” evde birbirlerine ve diğerlerine sarılmışlardı.
Destek olmak, destek bulmak, destek almak için dernek bile kurmuşlardı.
“Direnme gücü ile dayanışma aşkı”nı hayatın manası kılmışlar, “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti”nin vurdumduymazlığının tüm yükünü de ana, baba yüreklerinin ve omuzlarının üstüne almışlardı.
O kadar ki;
Bir ses duyurma, protesto girişimi sonunda, yani “eylem” döneminde, “Denetim Devleti”, onları “Dernekler Yasası”na dahi aykırı bulmuş…
“Önlenebilir ölüm”ü önleyemeyen, o bir yana müsebbibi olan “Devlette devamlılık”, umutlarına, direnme güçlerinin narin örgütlenmesine dahi mühür vurmuş, suç da isnat etmişti.
Tabii, mümkündü ya, belki “milletin bölünmez bütünlüğü”nü parçalarlar, belki “Anayasa’yı ilga” ederler, belki o kırgın ruhları, yorgun bedenleriyle “bir zümrenin, bir sınıfın egemenliği”ni kurarlardı!
Ben bunları izledim.
Anlattılar, aktardılar. Mühür, dava aşamalarını bildirdiler ama olgunlukla bir sonuç beklediler.
Yazmamı da istemediler.
O sırada, neşeli, akıllı, hayat dolu bir çocukken 13 yaşında o “aşı tuzağı”na düşürülen Ozan 14’üncü mücadele yılındaydı.
Bunu size de yazarken gözlerim doluyor, hem de utanıyorum ama, bilin…
Sabah’ın Internet sitesinde bu köşe yazılarını, mekanik ve metalik de olsa, sesli dinlemek mümkün ya…
Bilgi ışlem Servisi, kıymetini Ozan’la daha iyi anladığım böyle müthiş bir iş yapmış ya…
Annesi geçen yılki “Ölmesinler diye” başlıklı yazıyı sık sık Ozan’a dinletiyordu.
Diyordu ki, “Bir bilseniz nasıl seviniyor. Size çok selam söylüyor.”
Bir yıl önceki yazıda yer alan rakam, “Bu durumdaki 119 çocuğumuzu kaybettik” idi.
Ozan, 120 mi oldu, 121 mi; emin değilim.
Anladığım, Gülsüm Hanım, evladının ölümüyle, tüm hayat mücadelesinin sonuna geldiğini hissetmişti.
Ama, hem ona hem size, hala aynı durumdaki çocuğunu yaşatabilmek için Gülsüm Hanım ve diğerlerini örnek alan, onlarda güç bulan bir dernek üyesinin dediğini tekrar aktaracağım:
“Kendi evlatlarını düşünürken başka evlatları da düşünen, onlarla empati kuran bu insanlar benim kahramanlarım.”
Ozan’ı çok mutlu eden o yazının sonunda demişim ki:
“Hayat ile ölüm arasında… Böyle bir kahramanlık da mümkün. Mümkün ve kutsal. Anne sevgisiyle yahut insan vicdanla. Hepinize iyilikler dileğimle çocuklar.”
Eminim Ozan da, o mücadeleden kopup geride kalan SSPE kardeşleriyle vedalaşırken, içinden böyle bir şey demiştir!
“Devlet vicdanı” varsa, belki o da duymuştur.
Not: Ama vicdan sağır olmalı. Bakın şanlıurfa’da, Ceylanpınar’a yığma taşınan, küçük yaşta ölüme dökülen tarım işçilerinin hesabını veren oldu mu? Yok. Geçen Cumartesi ne oldu? Yine Urfa’da kasaya yığılan tarım işçileri, gübre kamyonu, çarpışma, ölüler, ölüler. >>