Cüneyt Gökçe
28 Temmuz 2011
Kur’an-ı Kerim ile Ramazan-ı Şerif arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Bir yandan Kur’an’ın Ramazan ayındaki Kadir gecesinde inmeye başlaması diğer yandan Kur’an’a olan ilgi ve alakanın Ramazan’da doruk noktaya ulaşması apaçık gözlemlenen hususlardır.
Ayrıca Kur’an; “insaniyet-i kübra olan İslamiyetin ma ve ziyasıdır.” Gerçekten su ve ışığın hayatta ne kadar hayati bir fonksiyon icra ettikleri malumdur. İnsanlığın yüz akı olan hususiyetler Ramazan-ı Şerif’te ortaya çıkmaktadır. Dayanışma, kaynaşma ve yardımlaşmanın pek çok örneği bu mübarek ayda zevkle müşahede edilmektedir.
Yine Kur’an; “bir kitab-ı duadır.” Duanın en güzel örnekleri Ramazan-ı Şerif’te dergah-ı ilahiyeye arz edilmektedir. Yani, Ramazan da bir mah-i duadır, dua ayıdır.
Ve Kur’an; “bir kitab-ı zikirdir”, “bir kitab-ı fikirdir”, “bir kitab-ı ubudiyettir.” Zikir, fikir ve ubudiyetin Ramazan-ı Şerif’te ne kadar icra edildiğini söylemeye hacet var mıdır? Evet, bu mübarek bütün mahlukat kendisine ait dillerle yüce Allah’ı anıyor, O’nun sanatını ve büyüklüğünü tefekkür ediyor ve gücü yettiğince ibadet ediyor. Yani Ramazan-ı Şerif bir zikir, fikir ve ubudiyet ayıdır.
Öte yandan Kur’an; “bir kitab-ı emir ve davettir.” Ramazan-ı Şerif’teki oruç emri, Allah’ın yoluna çağrı emri, fakir-fukaraya yardım ve teavün tavsiyesi ve fıtır sadakası emri göz önünde bulundurulduğunda bu mübarek ayın bir emir ve davet ayı olduğu ortaya çıkmıyor mu?
Bu yüzden her müminin öncelikli vazifelerinden bir tanesi, Kur’an-ı Kerim’i orijinalinden öğrenmek, okumak ve manalarını hal ve hareketlerine yansıtmaktır. Çünkü dilimiz Kur’an ayetlerini okurken davranışlarımız onun anlamını yansıtsa bizdeki güzelliklerden etkilenen diğer insanlar İslamiyet’e ısınacak ve onunla şereflenecektir.
Kur’an’ın bu ve benzeri özelliklerinden olacak ki, büyüklerimiz ömür boyu Kur’an-ı Kerim ile hemhal olmuşlardır.
Mesela, rahmetli Seyda günlük takvimini okuduğu cüzlerle takip ediyordu. Ömür boyu mutlaka her gün bir cüz okur ve gündelik tarihi o şekilde takip ederdi. Ayın kaçı ise, o gün okuduğu cüz aynı rakamı taşıyordu. Ayın birinde birinci cüz, ikisinde ikinci cüz vs… Tabii ki bu onun, Ramazan-ı Şerif dışındaki asgari programıydı. Çoğu kez “takvim cüz” dışında da takip ettiği hatim ve hatimler vardı. Ramazan-ı Şerif’te ise çoğu kez her gün, ya da iki günde bir hatmini tamamlardı; gerçekten üç günü bulmazdı.
Öğretme tarzı da çok farklıydı Seyda’nın… Kendi eliyle hazırladığı özgün elif-ba’dan sonra elimize müstakil 30 cüzü verir ve Nas suresinden Nebe Suresine; yani kolaydan zora doğru öğretirdi. “Amme Cüzü” adı verilen bu cüzden sonra sırayla “Tebareke” denilen 29uncu, “Kad Semia” adı verilen 28inci ve “Vezzariyat” ismi verilen 27inci cüzleri elimize vererek yine son surelerinden baş taraflarına doğru okuturdu. Zaten memlekette yaygınlaşan bu adetten dolayı bu dört cüz matbaalarda mezkûr adlarla basılır ve piyasaya sürülürdü. Böylece Mushaf-ı şerifler henüz korumasını tam beceremeyen biz çocukların elinde yıpratılmaktan korunmuş olurdu. 27inci cüz bittikten sonra artık büyümüş sayılırdık ve Kur’an’ı elimize alabilirdik. Kur’an bu vecihle öğretildikten sonra bu kez Fatiha’dan Nas’a doğru her sayfası tam öğrenildikten sonra “on kez” okunarak okuyuş pekiştirilir ve hızlandırılırdı. Bu faaliyete on kez anlamında “deh cari” denirdi. Bu “deh cari” sayesinde bir cüzü en fazla on dakikada okuyabilen nice insanlar görmek mümkün…
Kur’an-I Kerim’e gerekli önemi vermemiz dileğiyle…