İbrahim Halil Okuyan
27 Ağustos 2009
Bir zamanlar birbirlerine âşık iki genç vardı.
Kızın adı Tispe, delikanlının ki ise Piremus idi.
Bunlar yan yana evlerde otururlardı.
Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı ask beslerlerdi.
Fakat aileleri görüşmelerini istemezler, birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi.
Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı.
İki evin arasında gizli bir çatlak vardı aileleri bunu bilmezler onlarda geceleri burada buluşur o aradan birbirlerine seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi.
Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe ağaca Piremus dan önce varmıştı.
Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi.
Korkarak bi mağaraya doğru koşmaya başladı.
Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü.
O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup kalmıştı. Kocaman aslan, ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe nin eşarbını parçalıyordu.
O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tispe yi öldürerek yediğiydi.
Tispe siz yaşayamazdı.
Aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı.
Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı.
Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü.
Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti.
Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti.
Piremus un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu.
İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştı.
Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı.
Bir an ve mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus askı uğruna canına kıymıştı.
Tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü.
Onların aşkı ölesiye bir aşktı ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı.
Birden vücudu Piremusun bedeninin üstüne yığıldı.
O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu ciftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar.
Piremusun kanını bu ağacın meyvelerine, Tispenin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler.
O günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Piremusun kan lekesini), dut ağacının yaprakları, (Tispenin gözyaşları) temizler..
İşte insanın hayal gücüde bu.
Doğada tespit ettiği bir olayı hikaye ile ölümsüzleştirmiş.
Bilir misiniz ?dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz..
Doğa böyle bir şey.
Gizemlerle dolu.
Her şeyin bir hikâyesi var.
Toprak aynı, su aynı ve de güneş aynı ama çıkan bitki ve meyvesi farklı.
Farklı olan TOHUM ve ondaki genetik bilgiler.
Dogadaki her bitkinin tek amacı var hızla büyüyüp tohum üreterek neslini devam ettirmek.
Bunun için uygun zamanı kollamalı, yeterli sıcaklığı bulmalı, çiçeklerini dölleyecek arıyı cezp edecek güzel kokulu çiçekleri üretebilmeli, suyu ve de güneşi kullanmalı.
Zaman bazen çok kısa.
O bunu başarıyor.
O kadar çoklar ki bazen bazıları hayvanlarca tüketiliyor ama bir köşede bunu başaranlar nesli devam ettiriyor.
Rüzgârda tohumları her tarafa yayıyor.
Hala şaşarım asfaltın kenarında o dikenli bitkiler nasıl büyürler nereden su bulurlar beklide havadaki nemi alabilen özellikleri vardır.
Rüzgârla savrulan ve bir yerde kalıp baharı bekleyen tohumun yer seçme şansı yok.
O bir kaya kovuğu, bir çatlak beton içinde de bulunsa yeşermek zorunda.
Büyümek için yeterli su bulabileceğini de bilemez.
Sonuna kadar devam eder.
Ama biz öyle miyiz?
Yaşamak için bitki ve hayvan tüketebiliriz.
Uygun yere yerleşebiliriz.
Kutupta da, ekvatorda da yaşayabiliriz.
Aklımız var.
Yiyecek depolarız.
Hayvan ve bitki yetiştiririz.
Bilgilerimizi diğer insanlara aktarabiliriz, onlardan yeni şeyler öğrenebiliriz.
ÖZETLE FARKLI VE ÖZEL YARATILMIŞIZ.
Bunun bilincinde olmalı şükür etmeliyiz.
Ama yapmıyoruz.
Bitkiler birbirini öldürmüyor.
Hayvanlar ihtiyaçları kadar öldürüyor.
YA İNSANLAR ?????
Saygılarımla.