Sabri Dişli
8 Haziran 2006
O nasıl sö
Edilmez de bizler böyleyiz işte!
Hasta yatağında yatan ve tedavi bekleyen ölüme terk edilmiş, tarihi eserleri arada bir ziyaret ederiz.
Sorduk?z öyle, havuz ziyaret edilir mi?
Nasılsın Devteşti beg .
Tok bir sesle cevap verdi:
“ıYI DEğILIM!
Ben ki, bir zamanlar EDESSA şehrinin su kaynağıydım.
Süleymaniye pınarıydım.
Bağrımdan fışkıran temiz sularla bahçeler bağlar yeşillenirdi…
Baharın gelişi ile şenlenirdim…
Gençler; Çelebi Mehmet misali yükseklerden atlardı sineme…
Kelebek gibi yüzgeç çekerlerdi…
Kızgın yaz güneşi; Reha’nın, El Ruha’nın, Edessa’nın, Urfa’nın üstüne vurmadan…
Sevgililer toplanırdı ; Gölgeme, Cemelime, duvarıma…
El ele kordon oluşurdu tepemde…
Topraklarımla “hamampuç” oynardı çocuklar…
şimdi ölüyorum, hastayım, can çekişiyorum…
Baykuşlar bile uğramaz oldu viraneme…
Balıklar yüzmez oldu, kurbağalar bile ötmez oldu.
YOSUN! YOSUN! YOSUN!
Sardı her yanımı müzmin hastalık.
ınadına, su kaynağım kurumadı daha…
Damarıma serum damla damla geliyor
Yaşıyorum damlaların dermanı ile …”
Geçer dedik, teselli ettik…
Yakında bir yetkili seni görür
Göbeklitepe gibi yeniden keşfedilirsin…
Ölüyorum işte!
Daha ne zaman gelecekler ki!
Gelirler ınşallah gelirler!
Bak etrafında henüz üç beş ağaç, boş arazi var…
Çevrene doğal bir park yaparlar!
Suyundan; şaleler akar, coşar köpük köpük…
Fıskiyeler gökkuşağı ile dans eder…
Bahçelerinde eskisi gibi Muhammediye gülleri açar…
ınanmadı, ama inanır gibi göründü.
ınanmak istiyordu.
ıki damla yosun yeşili yaş döküldü devin gözlerinden….
Gerçekten beni kurtarırlar mı?
Dedi.
Sustuk…
Konuşan, mesajı olan varsa Devteşti’ne iletiriz..